Ankaralılara müjdeler olsun. Sevgili hükümetimiz denizi getiremediyse bile kanalı getirdi Ankara'ya.

 

Biliyorum, derdimiz derin acımız büyük. Müjdeyi deprem bölgesinden bekliyoruz. Her şeye rağmen belki bir can daha başarır yaşamayı, bir kepçe operatörü fark eder bir nefesi. Bu müjdeyi bekleyen ne çok insanımız var, yürekleri yanık, elleri ayakları buz tutmuş. "Acaba benimki midir kurtarılacak olan" diye aklından geçen. "Belki de dünya rekorunu kıracaktır çıktığında sağ olarak" diye düşünen. Ama bu ümitleri hızla kırıyorlar dozerlerle, kepçelerle yok ediyorlar. Yeniden beton dökmenin derdine düşmüş hükümet edenler. Bir yandan beceriksizliklerini gözden uzaklaştırma telaşı, bir yandan yapılacak binalardan para kazanma sevdası.

 

Yıkıntı altında kalmış ülkem. Ama altından kalkacağız, doğayla barışık yaşamayı ulusça öğrenip tekrar müreffeh bir ülke olacağız.

 

Doğayla kavgası olanların, doğayı rant aracı yapmak isteyenlerin gözdesi olan kanal projesi sessiz sedasız Ankara'ya taşınmış. Şu İstanbul'a ihanet projesinden bahsediyorum. Kanal İstanbul projesi artık Ankara'da. Başına da bu konularda tecrübeli İ. Melih Gökçek'i getirirler mi bilmem. Haberi olsa kesin yanaşır, parsel parsel nemalanmak için. Düşünsenize, Bent Deresi’ni Mogan Gölü’ne bağladıkları kanalda Melih beyin dinozorları dolaşıyor.

 

Telaşlanmasın Ankaralılar,  latife yapıyorum yahu. Ankara'ya getirdikleri kanal değil, kanal için hazırlanmış "ÇED olumlu kararının" iptali için açtığımız davalar. Bölge İdare Mahkemelerinde açtığımız davalar yerinde görülmesi gerekirken, Bölge İdare Mahkemesi’ndekiler bir bakmışlar Ankara'da Danıştay'da açılmış başka bir dava olduğunu fark etmişler. Danıştay'da ki dosyayı isteyeceklerine davayı Danıştay'a göndermişler, Danıştay'da kabul etmiş. Böylece İstanbul'da birinci dereceli mahkemelerde görülmesi gereken dava, olası itiraz aşamasında gitmesi gereken Danıştay'a dava aşamasında gidivermiş. Masal gibi değil mi? İnsanın "onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine" diyesi geliyor.

 

İyi de güzel kardeşim, biz davaları 2020 yılının başında açmıştık. Danıştay'da eklemlediğiniz dava 2021 yılı Mayıs ayında açılmış. Madem ilgisi var 2022 yılında niçin davaya bilirkişi atadınız? Onca bilirkişiyi başka şehirlerden İstanbul'a topladınız, keşif yaptırdınız. Neden keşiften aylar sonra dosyayı Ankara'ya ışınlıyorsunuz? 2021 yılında fark edip yapsaydınız bu işleri olmaz mıydı? Üstelik davayı Ankara'ya taşıdığınızı bizlere bildirmeniz gerekirken, mevzuyu Danıştay'ın dosya için para istemesi sayesinde öğreniyoruz.

 

Aslında olay çok açık. Muhtemelen bilirkişi dosyayı inceledi, sözle İstanbul'da ki mahkemeye "bu ÇED Raporu çürük, hatta buna ÇED Raporu demek bile mümkün değil, iptal istemi haklıdır" babında bir şeyler söyledi. Ne yapsın Mahkeme, ÇED Raporu olumlu kararını iptal etmemek için "benden gitsin de nereye giderse gitsin" diye davranıp dosyayı üstünden atıverdi.

 

Hiç ümitlenmeyin, davayı Ankara'ya değil Fizan'a da taşısanız, takipçisi olmaya devam edeceğiz. Çocuklarımız için, torunlarımız için, dağdaki taş daldaki kuş için, esir aldığınız Mücella için, Can için, Tayfun için, diğer arkadaşlarımız için peşini bırakmayacağız. Çürük ÇED Raporunu iptal ettireceğiz, o kanalı yaptırmayacağız...  

 

17.02.2023 - M. Şevket Atalay