Bir kentli, bir yöreli "olmak" genellikle orada doğarak elde edilen, bazen o yörede uzun süre yaşayanların artık kendini oralı olarak gördüğü şeklinde ifade edilen bir niteliktir.

İstanbullu olmak ise sadece orada doğmuş olmak veya uzun süre yaşamış olmak yetmez. Hatta daha yaşamaya başlamadan bile İstanbullu olunabilir. Mesela Fatih Sultan Mehmet daha İstanbul'u fethetmeden İstanbullu olmayı kafasına koymuş ve İstanbullu olmuştu.

İstanbullu olmak kentli olabilmek, başta İstanbul'un binlerce yıllık kültürünü özümseyerek kent kültürüne sahip olabilmektir. İstanbul'un yaşam kültürü günlük hayatın içinde yoğrularak yemeğiyle, müziğiyle, yaşam tarzıyla ve tabi en önemli unsur olarak "İstanbul Türkçesi" olarak tanımlanan konuşma tarzıyla ifade edilebilir.

İstanbul Türkçesi çıtkırıldım bir dil olmadığı gibi kokoş bir dil de değildir. Cumhuriyet öncesi Ottoman idaresindeki son yüzyılda sarayda Farsça ve Arapça etkisiyle ağdalanan yazı dili olmadığı gibi yüzlerce yıldır İstanbul halkının sokakta konuştuğu temiz bir dildir. Çok uzun zamandır sokaklarında Türk'ün, Rum'un, Ermeni'nin, Çingene'nin ve daha yetmiş iki milletin konuşarak günümüze getirdiği bir ağız tadıdır "İstanbul Türkçesi". Argosuyla, küfrüyle kendine hastır. İşitildiğinde işiten nereli olursa olsun, Türkçe bilen herkes anlar. İstanbul Türkçesi Yunus Emre'dir. Eskimez.

İstanbul'un yemekleri de ayaküstü değildir. Reçetesi vardır. Malzemesi ülkenin dört bir yanından gelse de yapması uğraş ister, emek ister. Sıcağını da, mezesini de, tatlısını da şipşak yapamazsınız. Kimisinin yapımı gün boyu sürer. Kimisinin evde yapılanı, kimisinin meyhanede yeneni makbuldür. Meyhaneleri de ayaküstü iki tek atılan yerler değil, sohbetle muhabbetin arttığı masalarda saatler süren yemeli içmeli yerlerdir. Bu yüzden İstanbul meyhanelerinde pek tek kişilik masa da bulunmaz, bar taburesi de.

İstanbul'un müziği de ayrıdır. İstanbul'un türküleri olsa da, esas Türk Sanat Müziği İstanbul demektir. Dokuz sekiz ritim Balkanlar'dan gelip Rembetiko ile İstanbullulaşmıştır. Mesela "Bir bahar akşamı" diye başlayan Türk Sanat Müziği eseri dokuz sekiz aksak ritimlidir.

İstanbullu olabilmek Türkçesiyle, yemeğiyle müziğiyle olur. İstanbul'da "bilmem neresi günleri" düzenleyerek İstanbullu olunmaz. Yöresel özellikler yerinde görülünce, yenince, yaşanınca tat alınacak niteliklerdir. İstanbul'a gelmiş veya İstanbul'da doğmuş kişilerin kendilerini oralı hissettikleri memleketlerinin özelliklerini İstanbul'a baskın kültür olarak yaymaya çalışmasını anlamak mümkün değil. Hele bunu İstanbul'u yöneten, yeniden yönetmeye talip olan kişinin veya kişilerin yapmasını anlamak hiç mümkün değil.

Sayın İmamoğlu seçim kampanyasını Karadeniz müziğiyle sunuyor. Zannedersiniz memleketim dediği Trabzon'a başkan adayı olmuş. Görülüyor ki Ekrem Bey İstanbullu olamamış. "Biz İstanbul'a ihanet ettik" diyenlere zaten söylenecek söz yok.

Hepsinin derdi, seçimi kazanıp İstanbul'u kendi fıtratlarıyla zapt etmek. Yemek denince birinin aklına kuymak geliyordur, diğerinin aklına etli ekmek. İkisinin de yapımı basittir, çabuktur. Topik tadıp tatmadıklarını bilmediğim gibi adını duyduklarından bile şüpheliyim.

Biri horon teper, diğeri kaşık havası sever. İstanbullular ise Heybeli'de mehtaba çıkar.

İstanbul'a "İstanbul beyefendisi" veya "İstanbul hanımefendisi" bir başkan bulup seçene kadar, İstanbul'un işi zor. Ben o vakte kadar dostlarımla Suriçi'nde buluşup Balat'ta, nadir kalmış mahalle meyhanelerinden "Hüseyin'in Yeri" 'nde, olanları kafaya pek takmadan günlük yapılan mezeler eşliğinde İstanbul'un keyfini çıkarmaya devam edeceğim. Bekleriz, efendim...

24 Ocak 2024 - M. Şevket Atalay