Hastalıkların ve sorunların tedavisinde en önemli aşama tanının konulmasıdır. Doğru tanı olmadan tedavi mümkün değildir.
Halkın büyük çoğunluğunun şikâyetçi olduğu cüzdanındaki paranın gereksinimlerine yetmeme durumu devletin elindeki kaynakların dağıtım şeklinden kaynaklanmaktadır. Kaynaklarımızın büyük bölümü tehditlerle çarçur ettirilmektedir.
Son makalelerimde ağırlıklı olarak yazdığım gibi ülkemizin geleceği ile ilgili Varoluşsal Tehditler bulunmaktadır.
Bu tehditlerden bazıları dünyadaki diğer ülkelerinde sorunudur. Bunların başında uluslararası düzensiz göç ve kaba doğum hızının giderek düşmesi gelmektedir. Gelişmiş olarak nitelendirilen emperyal devletler bu tip tehditleri yöneterek ülkelerinin lehine kullanabilmekte iken, bizim gibi "gelişmekte olan ülkeler" olarak nitelendirilenler tehditlere karşı çözüm üretmekte yetersiz kalmaktadır.
Diğer ülkelerin ne yaptıklarını bir kenara bırakarak bizi ilgilendiren kısmına yani ülkemize odaklanalım. Tanıyı tam yapalım.
Sağlıklı olduğunu kabul edebileceğimiz ve bilimsel olarak kıyaslama yapabileceğimiz istatistiki verilerimizle son on beş yılın rakamlarını inceleyebiliyoruz. Daha önceki yıllara ait veriler olsa da verilerin oluşturulma şekli farklı olduğundan yanıltıcı sonuçlar çıkabilir. Son on beş yılın verileri bu konuyu incelemek için yeterlidir. Rakamlarla ve istatistiki bilgilerle kafanızı şişirmeden özetleyeyim.
Her ülke için en önemli tehdit demografik yapısına yönelik olandır. Ülkemiz inceleyebildiğimiz son on beş yılda vatandaşı olmayan milyonlarca kişiyi herkesçe bilinen çeşitli bahanelerle sınırları içine almış durumdadır. Nüfusumuza oranladığımızda bunların hazmedilebilir sınırların çok üzerinde olduğu görülmektedir. Bu çok önemli bir Varoluşsal Tehdittir ancak ülkeyi yönetenler nedense bu tehditten rahatsızlık duymamaktadır.
Ülkemiz için bir diğer tehdit de iller arasındaki iç göçtür. Dünyanın gelişmiş hiç bir ülkesinin illeri arasında bu oranda bir iç göç yoktur. Ülkemizde ise illerin nüfus hareketleri incelendiğinde iç göçün büyüklüğü ve düzensizliği ortaya çıkmaktadır. İllerimiz arasındaki iç göçün çok büyük kaynak israfına neden olduğu açıktır. Ülkeyi yönetenler ise bunu sorun değil dinamik olarak görmektedir.
Ülkemizi yönetenlerce Varoluşsal Tehdit olarak nitelendirilen tek konu, kaba doğum hızımızdaki düşüştür. Kaba doğum hızımızdaki düşüş kadar kaba doğum hızının iller arasındaki dengesizliği de ülkeyi yönetenlerce önemsenmese de bir o kadar önemlidir.
Öyleyse söyleyebiliriz; Cüzdanlarımızdaki paranın gereksinimlerimize yetmemesinin en büyük nedeni ülkemize konumlandırılan dış göç yükü ve iller arasındaki iç göçtür.
Teşhisi doğru yaptıysak tedavi üzerine düşünmeye başlayabiliriz.
Tedavide yapılacak ilk iş nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Göç hareketlerinin nedeni insanların doğdukları yerde doyamamasıdır.
Ülke olarak dış göçe karşı tek başımıza çare bulmamız mümkün değilse de çözüm önerebiliriz. Günümüzde tüm insanları doğdukları yerde doyurmak mümkündür. Birleşmiş Milletler kuruluş felsefesine uygun çalışabilirse günümüzün bilgi ve teknoloji birikimi bu sorunu rahatlıkla çözer, yeter ki uluslararası göçten çıkar sağlayan emperyal devletler bu silahtan vazgeçsinler.
Bizimse, ülke olarak dış göçe karşı yapacaklarımız bellidir. Sınırların kontrolüyle yeni kaçak girişlerin önlenmesi ve sınırlarımız içindeki yabancı nüfusun ülkelerine insani yöntemlerle gönderilmesidir. Kuşkusuz bunun ödenecek bedelleri vardır ancak bu bedeller yabancıların ülkemizde kalıcı hale gelmesinin maliyeti yanında katlanılır bedellerdir.
Ülke olarak iç göç için yapmamız gereken halkımızı doğduğu yerde doyurmaktır. Bu konuyu çözecek bilgi birikimimiz de, kaynaklarımız da vardır.
Kaba doğum hızımızın düşüklüğünün arttırılması da mümkündür.
Dış göç, iç göç ve kaba doğum hızının düşüklüğü sorunlarını on yıl içinde çözülerek ülkemizi örnek ülke haline getirebiliriz. Nasıl yapacağımızı da bir sonraki makaleye bırakalım...
26 Haziran 2024 - M. Şevket Atalay