Dünyanın başkenti İstanbul'un çilesi bitmiyor. Kuruluşundan beri onlarca kez kuşatılmış, bir kaç kez fethedilmiş kent, ülkeyi yöneten iktidarın elinde olarak tezgâha konulmuş mal konumuna düşürüldü.

İstanbul bundan önceki en büyük talanı, 4. Haçlı Seferiyle başlayan Latin istilasıyla yaşamıştı. Latinler 1204 yılında zapt ettikleri İstanbul'u 57 yıl süren iktidarları boyunca soyup soğana çevirmişlerdi. Aynı yıllarda Moğol İmparatoru Cengiz Han zapt ettiği şehirler direnmişse taş taş üstünde bırakmadan yakıp yıkıyordu. Ancak o şehirlerin hiç birinde İstanbul'un bir köşesindeki kadar bile birikim yoktu.

Latinler için İstanbul yaşanacak değil yağmalanacak bir şehirdi. Şehri ele geçirmeleriyle birlikte para edecek ne var ne yoksa yerlerinden söküp, götürebildiklerini ülkelerine götürdüler, götüremediklerini eritip metale çevirerek sattılar. Yağma ve talan o boyuta vardı ki, kutsal dedikleri kiliselerin çatılarındaki kurşunları bile söküp sattılar. Yani dinleri imanları paraydı.

İstanbul'u alarak Fatih lakabını hak eden 2. Mehmet ise İstanbul'u yaşamak için fethetti. Üç gün izin verdiği yağma dışında hiç bir heykeli parçalamadı, tarihi binaları büyük çoğunlukla yıkmadı, aksine korudu. Yerli halka dokunmadığı gibi Anadolu'nun her coğrafyasından meslek ehillerini İstanbul'a yerleştirdi. Yerli halktan tarihçileri, sanatçıları yanına aldı. Sur dışında yaşayan ve İstanbul'un fethine çoğunlukla lağımcı olarak katılan Çingeneleri sur içine Sulukule civarına yerleştirdi.

Zapt etmekle fethetmenin farkını ortaya koyarak İstanbul'un bugüne kadar dünya kültür mirası olarak yaşamasında büyük katkısı olmuştur Fatih Sultan Mehmet'in.

Günümüze gelince; ülkemizi yirmi küsur yıldır yönetenlerin hedefi yine İstanbul. Zikirlerinde Fatih, fikirlerinde Baudouin var.

Hatırlayalım, iktidarlarının başlangıç yıllarında palazlandıktan itibaren ilk yaptıkları eylem Fatih'in İstanbul'a yerleştirdiği ilk halk olan Çingeneleri Sulukule'den çıkarıp kuş uçuşu 40 km öteye sürmek olmuştu. Üstelik sadece Çingenelerin oturduğu sokaklarla sınırlı kalmamış, yüzlerce yıldır orada yaşayan yerli halkın oturduğu sokakları da yıkıp, filmlerdeki kovboy kasabası gibi karikatür binalar dikmişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti Mahkemeleri yapılanların hukuksuz olduğunu tespit edip eski haline döndürülmesini emretse de kulak arkası edip duymazdan gelmeye devam ediyorlar. Yaptıkları zulüm yetmiyor, semtin takımının tarihi sahasına AVM yapmaya niyetlendiklerinden sahasında oynatmayıp takımı ve taraftarlarını sürgünde oynatıyorlar.

Süleymaniye'yi de unutmayalım. Kanuni lakaplı Sultanın adına abad edilen semti de Arap'lara satmak için yıktılar. Bugün oralarda dolaşmak için yürek ister. Kanuni mezarından kalksa da görse adının verildiği semtin içler acısı halini.

Sur içinde parsel parsel talana ellerindeki ilçe belediyesiyle devam ediyorlar. Fatih'ten sonra yapılan camilerden 1950'lere kadar ayakta kalmış olanlardan kaç tanesinin yok edildiğinin hesabını çıkarıp, "camileri ahır yaptılar" yalanını söyleyenlerin önlerine koymak gerekmez mi?

Topkapı Sarayı başta olmak üzere tarihi binaların envanterindeki malzeme ve sanat eserlerinin ne kadarının ortadan kaybolduğu da ayrı bir inceleme konusu olacaktır ilerleyen yıllarda.

1950'lerde ülkemizde başlayan kapitalist yönetim anlayışıyla "İstanbul'un taşı toprağı altın" dediler. Tarihi yarımada doyurmadı kursaklarını, İstanbul'un taşını toprağını satmaya koyuldular. Yapılması mümkün olamayan Kanal İstanbul yalanıyla İstanbul'un ciğerlerini pazarlıyorlar, İstanbul'un boğazını sıkıyorlar.

Dertleri İstanbul'a değer eklemek değil beton satmak. İstanbul bir yaşam kültürüdür. O kültürden gelmedikleri için, İstanbul'da yaşamak değil faydalanmak istiyorlar.

Latin istilacılardan farkları yok, bu gidişle Cengiz Han gibi olacaklar...

10.10.2024 - M. Şevket Atalay