Biliyorum, CHP'li dostlarım yine bana kızacaklar. Bunca dert varken CHP ile niye uğraşıyorsun diyecekler ama 1976 yılında kapısından girdiğim bir partinin durumunun dönülmez hale gelmesini uzun süredir içinde olmasam da üzülerek izliyorum. Türkiye'deki bütün siyasi partilerin içinden doğduğu bu kurucu partinin geçtiğimiz günlerde kurultayını topladığını ve genel başkanını değiştirdiğini biliyorsunuz.

Geçmişi hatırlatarak kaygılarımı paylaşayım.

Eski genel başkan da 2010 yılında seçilirken değişimden söz etmiş ve on üç yıllık başkanlığı döneminde CHP'yi hakikaten değiştirmişti. Böylece girdiği hiç bir seçimi kazanamasa da en azından seçilirken verdiği vaatlerden birini yerine getirerek siyasi yaşantısına bir olumlu not eklemiş oldu.

Kılıçdaroğlu ve yanında onunla birlikte partiyi yönetenler "herkesi kucaklayan parti" yapacağız diye Mevlana'ya atfedilen "gel, ne olursan ol yine gel" sözüyle hareketlenip, parti siyasi felsefesine aldırmadan oy alacakları umuduyla kerameti kendinden menkul kişileri yönetime ya da danışmanlığa almakta beis görmemişlerdi. Hal böyle olunca Truva atlarının partiye sızması kaçınılmaz olmuş, ancak "aman oy gelecek" laflarıyla buna karşı çıkanları "ulusalcı" yaftasıyla yönetimden ve partiden göndermişlerdi.

CHP Sayın Kılıçdaroğlu'dan önce, içindeki siyasi klikler dengesiyle yol alırken, 2010 yılından sonra kurnazcılıkla idare edilince parti herkese bir parmak bal vereyim derken "...-ciler" partide söz sahibi olmuştu. CHP ilkelerin partisi olmaktan çıkmış, Kürtlerin değil Kürtçülerin, Alevilerin değil Alevicilerin, Avrupalılaşma isteyenlerin değil Avrupacıların oyuncağı haline gelmişti. Sıralarken baş örtücüleri de unutmayıp, iki kesimin haklarını yemeyeyim. Son yıllarda partinin yönetiminde "Türk" lafını etmek ayıp sayıldığından Türkçü denilebilecek ve ilke kalmadığından solcu sayılabilecek kimsecikler yoktu. Bu "...-ciler" de belediyeler üstünden nemalandıklarından al gülüm ver gülüm pazarlıklarıyla birbirleriyle kol kola partinin seçim kaybetmesini dert etmeden gül gibi geçinip gitmişlerdi.

Ta ki, son Cumhurbaşkanlığı seçimini de kaybedene kadar. Seçimin kaybedilmesi onlarda gerçeği görme yetisini bir miktar sağlayınca yaklaşan belediye seçimlerinde hiç bir şehri kazamayacaklarının ayırdına varıp en azından şimdilik bir köşeye sinmeyi tercih ettiler. Tabiatta boşluk olmadığından koltuğun doldurulması gerekiyordu. Bana göre spontane bir gelişmeyle Sayın Özel enkazın yeni genel başkanı oluverdi.  

Peki, Sayın Özel başarılı olup belediye seçimlerinde en azından eldeki belediye başkanlıklarını koruyabilir mi? Koltuğu devredenlerin beklentisi bu yönde.

Ancak seçilirken başlayan söylem ve ilk icraatlarına bakılırsa zor görünüyor. Genel Başkan seçimlerinde Kasım ayı sonunda tüzük kurultayını toplayacağını ilan eden Özel, seçildikten sonra il başkanlarının ortaklaşa tüzük kurultayını yerel seçim sonrasına kalması çağrısına uyup tüzük kurultayını erteleyiverdi. İyi de, Genel Başkan seçilirken yaklaşan yerel seçimler olduğunu bilmiyor muydu?

Seçimden bir kaç gün sonra da Kürtçülerin tezgâhında çok opera severmiş gibi Kürt kimliğini ön planda tutan bir sanatçının Kürtçe opera söylemesini dinlemeye gidip sahneye kadar çıkarıldı. Buradaki temel sorun bir kişinin Türkçe, İngilizce veya Kürtçe sanat yapması değil, bunun siyaseten pazarlanmasına alet olmaktır. İstanbul il başkanı da yanında olduğuna göre bu etkinlikten ve olacaklardan Sayın İmamoğlu'nun da haberi vardır ama ortalıkta gözükmeyip Sayın Özel'in kullanılmasına sessiz kalmıştır.

Seçimden sonra olanlara bakınca her ne kadar genel başkan değişse de partide değişimin olmadığı "...-ciler" ekiplerinin el altından yönetimde oldukları gözüküyor.

Ne yazık ki, bana göre CHP'de eski hamam eski tas yerli yerinde duruyor.

CHP; kurnazcılıktan vazgeçmedikçe, "...-ciler" 'den kurtulmadıkça, oy kaygısı yerine fikir üzerinden siyaset üretmedikçe sadece genel başkan değişikliğiyle değişmez.

CHP değişmezse, Türkiye değişemez...

22.11.2023 - M. Şevket Atalay