"Türkiye'de kaç il olmalı?" sorusunun yanıtı kolay aslında. Ülkemizde tek il olsun. Tabi ki ilin adı İstanbul olmalı. Böylece herkes İstanbul'da yaşar, sen sağ, ben selamet. Niye olmasın ki?

Mısır Devlet Başkanı Sisi tekrar muteber kişi olmadı mı? Esed'e Esad demeye başlamadık mı? Merak etmeyin yakındır Sisi ve Esad ile birlikte yemek masasında buluşmamız. Ülkemizde Suudi Elçiliği’nde öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkcı'yı para için Suudi sofrasına meze yapmadık mı?   

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında ülkemizdeki her 1.000 kişiden 59 kişi İstanbul'da yaşıyordu. 1950 yılında bu sayı 56'ydı. İstanbul'un taşı toprağı altın değildi henüz. Vatandaşlarımız ülkenin her yerinde yaklaşık eşit gelir dağılımıyla yaşıyordu.

2022 yılı sonuna geldiğimizde bin vatandaşımızdan 187 kişi İstanbul'da yaşamakta. Sınırlarımız içindeki kaçak yaşayanlardan da en büyük pay haliyle İstanbul'a düştüğünden, ülkemizde bulunanların % 20'sinin tek bir şehirde yaşamaya çalıştığı ortada.

Dünyada küçük şehir devletleri hariç böyle bir nüfus dağılımına sahip ülke yok. O yüzden İl İdaresi Kanunu’na sihirli bir dokunuşla ülkeyi "Tek İl" yapıverip, dünyanın en büyük şehir devleti olalım gitsin. Bir dünya büyüklük rekoru daha kırmış oluruz.

Payitahtın merkezi İstanbul'da olur haliyle. Ülkeyi İstanbul'un her yerinden yönetiriz. Düşünsenize, bütün vatandaşlarımızı bir anda İstanbul'da yaşıyor yapmanın dayanılmaz hafifliğini.

Belki bu sayede depreme önlem kılıfıyla şimdiki İstanbul'un akciğeri kuzey ormanlarına bir milyon kişiyi yerleştirmek için ormanı kesmemize de gerek kalmaz.

"Kanal İstanbul" projesinin teneke proje olduğu, yapılamazlığı "mahkeme bilirkişi raporu" ile iyice ortaya çıktığından, inşaat rantı yaratmak için yaklaşan Marmara depremine hazırlık adı altında İstanbul'da insanlar hesapsızca evlerinden ediliyor. "Aman deprem geliyor" lafıyla korkutulanlar binalarından karot aldırdıkça mevzuat gereği yıkım kararları ardı ardına geliyor. Bu gidişle İstanbul'da yıkım kararı alınmadık bina kalmaz. Mevzuatımıza göre deprem riski analizi, son yapı niteliklerine göre değerlendirildiğinden daha önce yapılan yapıların bu nitelikleri taşıması olanaksız. Raporu düzenleyenler de yarın başımıza bir iş gelir korkusuyla bütün binalara "riskli" yazıp geçiyorlar. Riskin derecesi belli değil. İlçe belediyeleri iki ay içinde binayı boşalttırıp mühürlemek zorunda. İyi de nereye taşınacak bunca hane? Muhitine yakın kiralık ev bulmak kolay mı? Verilecek kira yardımının istenen kiranın yarısını bile karşılayamayacağı da ortada.

Hesap kitap yapmadan küçük karlarla günü kurtarmak için aile dramları yaratılıyor. Nereye taşınacağız kaygısıyla ağlaşıyor insanlar. İstanbul'da bu kadar kiralık konut stoku yok.

Bu şekilde yapmayın, başa çıkamazsınız. Yapıların deprem kontrolünde bir sıralama, dereceleme getirin. Çok riskli, riskli, az riskli diye derecelendirin. Bu işi de bina sakinlerine bırakmayın. Yirmi yıldır yapılması gerekirken yapılmayanı yapalım. Marmara depreminden etkilenecek illerdeki bütün yapıları devlet kontrol etsin. Çok riskli yapılardan başlasın kentsel dönüşüm. Planlı, altından kalkılabilir işler yapalım. İnsanları "bakın başınızın çaresine" diye kapının önüne koymayalım. Yapılacak bina sayısına değil, binanın kalitesine odaklanalım.

İl sayısı niceliktir. İl sayısının artması oralarda yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmez. İl sayısı yerine illerin niteliğini arttırmadığımız müddetçe sorunlarımızı çözemeyiz.

Yok, hala bu kafayla devam edersen güzel kardeşim, yakında miting meydanlarında kaldırtırlar bütün parmakların açık şekilde ellerini havaya. Sen de coşkuyla bağırırsın "Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet, Tek İl."

19.07.2023 - M. Şevket Atalay