“Irkların birbiri ile karışması özet olarak her zaman şu sonuçları doğurur: 1. Yüksek ırkın düzeyinin aşağılaşması ve 2. Bu, fiziki ve akli gerileme ile başta yavaş, ancak sonuçta kesinlikle gelişen bir hastalık olur! Ve bu gelişmenin ödüllendirilmesi günahtır. Eğer insan doğanın demir mantığına karşı isyana kalkışırsa, bir insan olarak kendi varlığını borçlu olduğu prensiplerle ters düşer. Ve bu saldırıyı onun kendi sonunu getirmeye yöneltmeliyim.” (Adolf Hitler; Kavgam; 1.Cilt, Bölüm XI; 1925-26) Kanıtlamak için verdiği örnekler de doğadaki farklı hayvan ırklarının birbiri ille çiftleşmesinden yavrular doğamayacağı ile ilişkilidir. Bu insanlık tarihinde yaşanmış olan tüm ırkçı ve faşist gelişmelerin en korkunç zirvesini oluştur. Gelelim bu alıntının konumuzla olan şaşırtıcı ve aynı zamanda tüyler ürpertici ilişkisine. Bir kere “doğanın demir mantığı” nı bizzat doğa yasalarının değil, kendisinin koyabileceğini sanmaktadır. Çünkü evrim açısından genetik ilişkileri yoğun olsa da, doğadaki insanlar ve hayvanlar arasında var olan “ırk duvarları” 3 milyon yıl içinde gelişmiş olan insan türleri arasında kesinlikle yoktur; yani “insan ırklarından söz etmek” kesinlikle yanlış, bilim dışı ve hayal ürünü bir çıkarımdır. Günümüz genetik bilimi bu konuyu çok net bir şekilde kanıtlamıştır. Ancak, günümüzde bile Tunç Çağı Çöküşü ve Uygarlığın Karanlık Çağı sonrasında neler olduğu konusundaki pek çok popüler sosyal medya yapıtları, makaleler, kitaplar vb hala (bilerek ya da bilmeyerek) 1930 ların Nazi propaganda söylemlerinin etkisindedir. Özellikle Ege, Anadolu, Akdeniz başta gelmek üzere, Eski Dünya’nın tüm kültür tarihi bu baskı altındadır. Hatta sonraki “Avrupa / Hint - Avrupa / Hint – İran / Aryan vb” odaklı anlatıların ve söylemlerin de bilimsel kisve altında dil, kültür, toplusal anlayış, inanç vb konularında bu eğilimlerden hala tam olarak arındırılamadığı da açıktır. Bu konuda daha geniş ilgi edinmek isteyenlerin bir kitap (Grekler, Romalılar ve Almanlar; Naziler Avrupa’nın klasik tarihini nasıl gasp etti? / Greeks, Romans, Germans; How Nazis Usurped theEurope’s Classical Past? / Johann Chapoutot; İng. Çevirisi 2016) okumalarını ve sosyal medyada da Rebecca Futo Kennedy gibi bu konuyu irdeleyen kültür tarihçilerini izlemesini öneririm.
Uygarlığın Karanlık Çağı 400 – 500 yıl kadar sürer. Önceki yazılar, tabletler, devletler, arşivler, kültürler vb tümden unutulmuştur ve sıradan, yüzeysel tarih anlatısına göre Pelapones Yarımadası’nın kuzey batısında yaşayan Dorlar önceki Aka / Miken kent devletlerini Ege, Anadolu ve Eslki dünya kıyılarını istila etmeye başlar. Bu Klasik Helen Çağı’nın (MÖ 750 gibi) başlangıcı kabul edilirse de, aslında bu bölgenin “yeni tarihinin” yeni motiflerle kurgulanmaya başladığı bir dönüm noktasıdır. Günümüzde Dorların sahneye çıkışının bir istila mı, göç dalgası mı ya da bölgede binlerce yıl öncesinde başlamış olan “yeni bir ticari kolonizasyon” akını mı olduğu tartışma konusudur. Sonuçlarına baktığımızda bu olasılıklar arasında sonuncusunun akla yakın geldiği görüşündeyiz. İlkinin ise yoğun bir şekilde 1930 larda son şekli verilen bir kurgu, bugün tarafsız bilim dünyasında şiddetle eleştirilen bir varsayım olduğunu belirtmek gerekir. Bu kurgu birden fazla gerçekleşmiş planlı “Rönesansların” ın eseridir. Rönesans’ın sözcük anlamı yeniden doğmaktır. Asya’nın batı kısmı olan (aslında bir kıta olma tanımına da uymayan) bir coğrafi bölgede, pek çok karmaşık kabileden etnik, kültürel bir birlik ve yeni bir imparatorluk yaratma çabasıyla gerçekleştirilmiştir. Roma İmparatorluğu (ve Roma Barışı / Pax Romana) sona erdikten sonra bu bölgede yaşanan Orta Çağ Karanlı sonunda ilk Rönesans da yoğun bir kurgu ile yaşanmıştır. Sonuçta Şarlman / Fransa ve roma Katolik Kilişsesi önderliğinde ilk hedefine varmış. Hemen sonra siyasi gücün Cermenlere geçişi ile de Hitler’e dek uzanan bir dönemden geçmiştir. II. Dünya Savaşı ile Nazzi etkisinin sona ediğini düşünmek ise yanlıştır. Çünkü Nazilere karşı savaşan tüm dveletlerin halkları, iş Avrupa Merkeziyetçi düşünce akımlarına gelince, onların mirasından yararlanmayı sürmekte hiçbir sorun görmüyorlar. En güzel örnek şu; Naziler bu dönemde Roma’dan yani “Emperya” dan kendi “Reich” larına geçişi kurgularken, neden Yunanlılara karşı acımasızca katliamlar yaptıklarını da açıklamak zorunda kalır. Öyle ya “führer Hitler” in öğretisine göre “Avrupa, kuzeyden güneye doğru istila akınlarına girişen ve Aryan ırkından tek bir dil kullanan, tek bir halkın, tek bir bayrak altında toplanması projesidir. Kuzeyli Aryanlar güneye dalga dalga iner ve en eski klasik uygarlıkları da kurarlar. Zaten diğer kabilelerin düşük ırk nitelikleri ile böyle bir yetenek göstermesi olanaksızdır. Bu yüzden Cermenler eski / klasik Helen ve Roma uygarlıklarının da kurucu temsilcileridir. Dorlar bu akınların ilk dalgasıdır (Aka / Mikenler ise yerel halkla aşırı karışmış olduklarından yalnızca yüzlerce yıl sonra yazıya geçen mitleri / masalları ile dikkate alınır). Dorlar çok daha temiz bir Aryan halktır. Alman Reich’ı o çağın yeni İsparta’sıdır. Ancak çağlar önce güneye akan ilk Aryanlar zamanla sıcak iklimin etkisi ile yozlaşır, üstün ırk özelliklerini zamanla yitirir. Bunda yerel, Anadolu’lu halklarla karışaları da çok etkili olmuştur. Bu yüzden Nazi - Aryan şafağının yeniden doğması için Yunanlıların da savaşta katledilmesinin mantıksız bir yönü yoktur.” Bu Nazi görüşü. Asıl gariplik bundan sonra başlıyor. Hitler yenilip tarih olduktan sonra Nazilerden çok zarar görmüş olan Yunan ve diğer Avrupa halkları Almanya ve Nazileri yargılayıp infaz ediyor, ancak tezlerini ve kurgularını zamanın (kendi) şartlarına uyarlayarak yararlanmaktan da geri durmuyor. Bu anlatımlarda kesinlikle Avrupa karşıtlığı yok ve olamaz da. Ancak gerçek Avrupa uygarlığının doğru tarihini insanlık mirası gören bilim insanlarının sorumluluk duygusundan kaynaklanıyor. Biz de Avrupa uygarlığının oluşumunda Ege, Anadolu; Akdeniz ve Eski Dünya’nın kurucu rolünü izlemeyi sürdüreceğiz.
Uygarlığın Karanlık Çağı aslında hala sürüyor ve ancak böyle, gerçekten aydınlığa ulaşabilir.