Vourla’dan Urla’ya süren zaman yolculuğumuzun önemli bir durağı olarak 17. YY da yazılmış olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ni seçmemiz sıradan bir rastlantı değil. Yakın bir gelecekte bu topraklara ilk gelişimizin değil, yerleşip sahibi olmamızın bininci yılı olacak. Derin geçmişine bakıldığında bu topraklar dünyadaki insan uygarlığının tüm kuruluş ve gelişim sayfalarında önemli bir yer tutmuş. “Eski Dünya”nın (keşifler döneminden önceki, bilinen dünyanın) en önemli kültür odaklarından biri olmuş. Vourla adının Urla’ya dönüşümü örneği, bu tarihi ve kültürel gelişimin örneğidir. Yaşadığımız topraklarda zaman ve mekân içinde binlercesi daha vardır. Anlatılan aslında bu toprakların Türkleşme öyküsüdür. Türkleşirken önceki varlıklar doğal olarak çökmekle birlikte, yok olmamış, farklılaşarak yeni kimliğinin sayısız renklerini, yeni destanlarının sayısız seslerini, yeni masallarının sayısız motiflerini oluşturmuştur. Dikkatle bakarsak görürüz ki, bu dünyanın her yerinde böyledir. 

E. Ç. Seyahatnamesi Osmanlı kültürünün bir eseridir. Bu kültür içinde sayısız dil, ad, kültür ve inanç unsurları ile sayısız tarihi olay, kişilik, acılar, sevinçler ve yaşamlar eriyerek amalgamlanmıştır. Farklı dil, inanç, ya da etnik kökenden bir örnekle Vourla’dan Urla’ ya geçişi açıklamaya çalışmak olanaksızdır. Çünkü bir amalgam içinde eriyip karışmış metaller gibi, bir ya da bir kaçını ayrıştırmak o sentezin belli bir yer ve çağdaki gerçekliğini bozar. Resmi yazışmalarda Osmanlı olarak geçse de dünyanın ve Avrupa’nın pek çok toplumunda bu topraklar en son haliyle Türkiye olarak adlandırılmış ve asıl unsurunu Türklerin (Türk’ün çoğulu Osmanlıca “Etrak”)oluşturduğu belirtilmiştir. Bu Türkler pek çok kabileden oluşur. Dünya kültür tarihinde kabileden kente, kent devletine, beyliğe, devlete ve devletlerden imparatorluk denen çok uluslu yapılarda geçişin sosyolojisi en çok incelenen konulardan biridir.  Türkiye’de de “bir kabileden imparatorluğa” yönelen gelişim dünyadaki örneklerine benzer şekilde yaşanmıştır. Hiçbir imparatorluk, ulus devlet nitelikleri taşımaz. Hepsi kendine özgü iç dinamiklere ve sentezlere sahiptir. Türkiye ancak 24 Temmuz 2023’de 100. yıl dönümünü yaşayacağımız Lozan Antlaşması ile bir ulus devlet olmuş ve dünyada da tanınmıştır. Bu değişimin temelinde imparatorluğun yıkılıp dağılması yatar. Anadolu ve kısmen Trakya’da yoğunlaşarak yıkılış ve dağılış sonrasını savaşarak yeni bir başlangıca dönüştürmüşüz. Bu savaşı kazanamasaydık Vourla’dan Urla’ya olan değişim de gerçekleşmeyecek, kim bilir bu topraklar hangi adlar ve hangi uluslarla anılacaktı.

17. YY bu gelişim içinde çok önemli dönemeç noktalarından biri. Yüzyıllarca çevresindeki diğer devletler ve Avrupa’nın “kutsal din birliğine” karşı varlığını koruyup gelişimini sürdürmeyi başaran bir imparatorluk 17. YY da son kez topraklarını genişletmiş ve sonuç olarak ilk kez toprak yitirmeye başlamıştır. Bu yüzyıla kadar giderek güçlenen “Osmanlı İmparatorluk” bilinci ve öz güveni ilk kez bu yüzyılda sorgulanmaya başlanmıştır diyebiliriz. Evliya Çelebi’nin yazıları “imparatorluk özgüveni ile yazılmış” son eserlere örnek alınabilir. Aslında günümüze dek varlığını sürdüren ulus devletlerin kurulmaya başlamasına (ABD’nin bağımsızlığı ve Fransız Devrimi) daha 100 yıl kadar çok çalkantılı bir zaman geçecektir. İşte bu şartlar altında Evliya Çelebi İzmir ve Urla’ya gelmeden uğradığı Gördes’te öz Türkçe konuşan yerli halkla karşılaştığında şunları yazar; “Halkı tamamen Etrak'tir (Türk’tür). Konuşmalarında özel lehçeleri beyan olunur: Etrak Lehçesi Bazı lügatleri bu boş sözlerdir. Evvelâ: azık (ekmek) tahıl (buğday), dehle (gözet), zıbar (yat), gaglı (araba), ün (avaz) yat, rahatlık (avrat), ketmec (kız), kızan (oğlan), cılız (küçük), cıbar (arık), göblez ( köpek yavrusu), taraş (zağar), çomar(koyun köpeği), mastı (fino köpek), yetegerı (tazı), cınak (aslan), saplıca kızıl (kiraz), dik dük (kiraz kurusu), kişne (vişne), ballıdan (incir), kelem (lahana), kızıl ağaç (havuç), hınza (kereviz), yelli saz (turp), oğlan pabucu (armut kurusu),  tüglice (dikenli kestane), tülüce yumru (şeftali), kaplıca burka (yumurta), beğ aşı (yumurta), çoğaş (güneş). Nice bin bu gibi boş kelimeleri var ki duyanın aklı perişan olur. Gerçi baba ve dedelerimizin dilleridir, ama bizim dedelerimizin oturduğu Kütahya içinde ve Demirci Şehri'nde bu gibi sözler yoktur. Bu şehrin halkı garipleri severler ve nimetleri fakirlere boldur. Hanemiz sahibi Hacı Veli, hanedan sahibi, Tanrı eri ve cömert kimsedi” O çağda, imparatorluk kültürü ve İstanbul lehçesinde “Etrak” sözü belirgin bir küçümseme çağrıştırdığında, daha kibarca “Oğuz” gibi daha yumuşak adlarla bu küçümsemenin yumuşatıldığı dil araştırmalarında kayıtlıdır.