Dilimle birlikte belleğimi ezip sıkıştıran şifre mengenesi de çözülmeye başlamıştı. Aklıma o anda düşen ne varsa Güleda ve odadaki dostlara anlattım. “Sümer efsanesine göre İlahe İnanna kız yer altı dünyasının leydisi olan kız kardeşi ile buluşmak için Kur âlemine indiğinde, o yedi kapıyı kilitletip, her birinin açılması için bu mücevherlerden birini vermesini istemişti. İnanna bu isteğe ve diğer taleplere uyup ölüler diyarı Kur’a girip sağ çıkabilen ilk canlı oldu. Bu tam da benim kullanabileceğim cinsten bir şifre. O taşların gücü nedir sorusu geliyor aklıma. Bu da bana özgü bir ilişki keşif mantığı. İnanna ölüler diyarından sağ çıkmayı başardı, ancak o âlemden bir canı geri isteyen, yerine yeryüzünden bir can vermelidir. Kız kardeşinin peşine taktığı iblisler dönüşünde tapınağının kapılarına dayanıp, can borcunu istediklerinde eşi Dumuzi’yi (Temmuz) onlara vermekten çekinmeyip, büyük bir adaletsizlik yaptı. Aldatıp, oyuna getirmek ilahelerin doğasında vardır. Onları ana ruhlardan ayıran da bu oyunculuklarıdır. Güzellik ve çekicilik bu yolda en etkili silahlarıdır. Yer altındaki ruh kapılarını açabilen o mücevherler de ilahenin eline bir başka oyunla geçmişti. Tapınak evi olan Urug’dan babası Enki’nin yurdu Eridu’ya gidip kutsal Meleri, kimine göre, çalması da böyle bir öykü zaten. Kutsal Meler, ilahların yalnızca seçkin tapınak ahalisine vererek onlara uygarlık yollarını öğrettikleri şeylerdi. Kralların tac ve tahtı, otoritesi, tapınakların kutsallığı, tüm felsefi kavramlar, silahlar, kent inşa etmek, tarım ve derin kuyu – kanal sistemleri ile sulama bilgileri, kısacası uygarlığın tüm tekniği o Emlerde gizliydi. İnanna onları babasından alıp, sıradan insanlara da vermek istedi. Böylece Urug’dan başlayarak, kendine inananları maymun adamlardan ayıracaktı. Enki kızına Meleri vermeyi reddetti. İlahe ona işveler yapıp, bira içirerek sarhoş etti ve tüm Meleri gök gemisine yükleyerek yurduna doğru kaçtı. Enki ayılıp durumu öğrenince ardından en güçlü ruhları yolladı. ‘Bırakın o yurduna gitsin, ama Meleri geri getirin!’ diye emretti. İlahe bu emirlere kulak asmadı. ‘İlahların en güçlüsü babam, verdiği sözden nasıl döner!2 diye Enki’yi zorda bıraktı. Efsanenin bilinenm yüzü bu. Ancak bir de benim bildiğim kısmı var. İnanna Eridu’dan yalnız Meleri almamıştı. Eridu’daki kutsal Enki tapınağının avlusunda duran eşi emsali olmayan Yaşam Ağacı’nın da küçük bir çiçeğini koparıp, diğer mücevherlerle birlikte kaçırdı. İşte o kolyenin ortasında eksik olan taş o çiçekle tamamlanabilir. Sekiz köşeli, duruma göre renk değiştirebilen bir mücevherdir. Sekiz köşeli olması Sümer ideogramlarındaki Dingir, yani Tanrı kavramının sembolüdür. Attila’da bu sekiz köşeli taşın peşindeydi ve ona ben verdim. Nasıl keşfettiğimi sonra anlatırım. Rengi Lacivert Taşı, Lapis Lazuli gibi gece mavisidir ancak kusursuz bir Safir gibi, su kadar saydamdır. Zaten su onun kanı sayılır. Suyla canlanır, rengi koyu maviden eflatuna döner ve ruha, akla, dünyaya kut verir. Enki tapınağının orta avlusundaki bahçede çiçeklenen mücevher ağaç herkesin aradığı, yer altı, yeryüzü ve göğü birleştiren Hayat Ağacı ve dünyayı dengede tutan Axis Mundi (Dünya Ekseni) dir; çiçeği de ölümsüzlüğün sırrını taşıyan iksirlerin yapıldığı şey. Eridu’daki o bahçeye Akkadlar Sami dilleriyle Jannah demiş. Cennet adı buradan gelir. Mücevher ağaç da kutsal kitaplarda anlatılan Bilgi Ağacı olmalı. Çözümün sırrı Eridu’nun Janna’sından, cennetten gelen o çiçekte gizli. Bu da benim efsanem. Ruhumun kapısını o çiçek açıp, ölümün yenildiği Öd Han’ın teslim olduğu bir yerde, bana geleceği gösterdi. O çiçeği bulmalıyız!”

Sözlerim tüm dostlarımı şoka sokmuştu. Güleda elini kör gözlerime değdirirken mırıldandı, “Yani sen kısaca o kolyenin ortasındaki taşı bulmalıyız diyorsun. Bence önce böyle bir işçiliğin yapılabileceği yeri ve ustasını bulmalıyız. Durum açıklığa kavuştu. Toparlanın! Burayı hemen terk ediyoruz. Köne (eski) Urgenç harabelerinde kalan küçük bir köy var. Tüm laboratuar malzemesi ve ağırlıklarımızla bir an önce oraya ulaşmalıyız!” dedi. Bu sözlere çok sevindim. Sonunda hedefimiz belli olmuştu. Telaşlı bir hazırlıktan sonra, hiç vakit kaybetmeden Üst Yurt platosunun bu en güney ucundaki Devkesgen Kala’dan dibe, çöle doğru inen eski sulama galerilerini kullanarak ayrılmak üzere harekete geçtik. Yeşil Sin’i çok güçlü hissedebildiğim bu çevreden ayrılmak biraz korkutucuydu. Geriye Güleda ile adamları dışında yanımda hiçbir destek kalmıyordu. Bunu ona söyleyip, anlattıklarımı bu kadar doğru değerlendirmesine ne kadar sevindiğimi belittim. Güldü. “Aslında hiçbir şey anlamadım!” dedi. “Bazen sen de, Attila’da deli gibi saçmalıyorsunuz bence. Ancak güvende olabileceğimiz en yakın yer şimdilik Köne Urgenç. En fazla 60 km çeker. Peşimizdekiler galerileri geçmek üzere!” Şok olma sırası bu kez bendeydi. Bunu hemen anladı.  “Takma kafana!” dedi. “Oradaki köyde de bir gümüş ustası varmış. “

“Belki senin cennet çiçeğini biliyordur!