“Coğrafya bir kaderdir!” sözünün büyük çapta doğru olduğu açık. Ancak o coğrafya üstünde neler olup bittiği konusunda da insanlar artık başrolde. Sanayi devriminden bu yana olumlu, olumsuz, hemen her gelişmede parmakları var. Bu yüzden tüm güçleri ile topraklara, dağlara, ırmaklara, havaya ve suya tutunup, flora ile faunayı yönetmeye çalışan insanların yaşam anlayış ve tarzları (kültürleri)  coğrafyanın şekillenmesine yol açıyor. Bu etki doğal değişimler kadar güçlü olmasa da, sonuçta insanlar ile doğanın birlikteliğini vurgulayan etnik kimlikleri yaratıyor. Anadolu ve Trakya’da bu birliktelik nasıl amalgamlaşıp 1000 yıla yakın bir zaman dilimi için Türk kimliği kazanmış ise, bu coğrafya ve içindeki yaşam stoklarına gerekli saygı ve sevgi gösterilmediği takdirde, bambaşka kültürlere de kucak açabilir. Yüz yıl kadar önce, 1919 da İzmir, Ege ve tüm Türk yurdu böyle bir tehlike ile yüz yüze geldi. 26 Ağustos’ta İzmir’e doğru koşmaya başlayan insanlar, bu topraklara olan saygı ve sevgilerini canlarını bile feda etmeye hazır olduklarını göstererek kanıtladılar. Miras aldığımız coğrafyanın tarihi böyledir. Geleceğini de, bu kez her şartta aynı saygı, sevgi ve fedakârlıkla yaşamaya hazır olduğunu kanıtlayan nesiller koruyabilir. Tarih farklı yazılsaydı Vourla’dan Urla ve Smyrna’dan İzmir’e ulaşmak olanaksızlaşırdı. Bu kimliği korumak insani değerlere dayanan yetenekler gerektiriyor.

Smyrna’ya İzmir adının verilişi, taraflı rivayetlerin tersine, imparatorluktan ulus devlete geçişle başlamadı. Bunu kadim bir kenti kültüründen kopartmak gibi düşünmek yanlıştır. Bir kere bu coğrafyanın Lidyalılardan bile önceki Hitit / Luvi dönemindeki adı “Mira Ülkesi” dir ve başkenti İzmir değil Apasa adı ile günümüzdeki Efes olmuştur. Bunun en önemli kanıtı Mira Ülkesi ile (yine Luvilerin “Assua (Asya) Birliği / Arzava Krallığı” topraklarına ait olan) kuzeyindeki Seha Ülkesi (Manisa) ve doğusundaki Harpala Krallığı arasındaki Kemalpaşa’daki “Karabel Anıtı (sınır taşı)” dır. Bu anıt sınır taşı ve üstündeki Luvi hiyeroglifi yazıt belki de İzmir’in en önemli tarihi anıtlarının başında gelir. Ne yazık ki definecilerin dinamitleyip kırmasına bile engel olunamadı. Tümden yok olmadan korunması, çevresinin milli park, açık müze ve ören yeri haline getirilmesi gerekir (Bu anıtın bazı görsellerini sosyal medyada paylaştım). “Smyrna” nın bu anıtta geçen “Mira” adıyla yakınlığının anlamını çözmek de önemli bir adım olacaktır. Anlamını hala bilemiyorsak da Smyrna adının Mira’dan gelmiş olabileceğini düşünmek hiç de yanlış olmayabilir. Bu konudaki düşüncelerden biri “Myrrha” adı verilen güzel kokulu bir reçineden, diğeri ise Mira adlı bir Amazon savaşçısından geliyor olması. İlki biraz zor, çünkü Yunanca’ya Sami (Arapça “Murr” vb) dillerinden geçen Myrrha reçine ve bitkisi Afrika kökenli ve bu bölgede bulunmuyor. Belki bir benzerine aynı ad verilmiş olabilir. İkincisi hakkında da güvenilir bir kanıt yok.  İzmir, bulunan höyüklerle kanıtlandığı gibi MÖ binlerce yıl öncesinden beri sürekli yerleşim olan bir yer. Yani yerlikültür ve halkları var. İzmir’li “Meles ırmağının oğlu Homeros” un İlyada eserinde adı geçen Akaların (Luvi/Hitit: Ahiyava) bölgede ilk olarak Milet’te  (L/H : Milevanda) koloni kuran Mikenler olduğu düşünülüyor. Mikenlerin genetik olarak yoğun şekilde “Anadolulaşması” (Bkz. I. Lazaridis et. al. 2018) sonrasında Yunanistan’ın kuzey batısından çıkan Dorlar tüm Ege kıyılarını işgale başlıyor. Batı kıyılarımızın Marmara’dan İzmir’e kadar olan şeridi Dorlarla ilişkilendirilen Eyollerin kolonilerine dönüşüyor (Aeolis). İzmir önce bu alanın en güney ucu, sonra da Eyollerin güney komşusu İyonların en kuzey ucu olarak yer alıyor. Hatta bir ara körfezin kuzeyi Eyol, güneyi ise İyon birliğine aitmiş. Lidyalılar bu kolonileşme seferlerinde hemen hepsi ile savaşmışsa da, zamanla ticari ve kültürel ilişkiler geliştirip müttefik bile olabilmişler. Kısacası tüm bu yerli yabancı halkların kendi dilleri ve lehçeleri birbiri içinde karışmış. İzmir adı Yunanca’da genel olarak “Smirini” olarak geçiyor. Eyol lehçesinde ise “Smurne, Smurna” olmuş. “Smyrna” şekli daha çok Latince kaynaklarda tercih ediliyor. İzmir kentinde basılmış olan antik paralarda (sikkeler, madalyonlar vb) geçen adlara baktığımızda ise pek çok farklı adın kullanıldığını görüyoruz; “Smyrnaion, Zymirnaion, Imirnaion, Smurna, Smur, ZYMUR, Imir vb.” Yeni İzmir’in kurulduğu dönemde (MÖ 301/288-281) Euridice (Urlice) adı da bir süre “Smyrnaion ile birlikte Euridikeon olarak” yer almış (Brit. Muse.). Ayrıca önce İskender başı ve adı olan sikkelerde bu dönemde “Kral Lizimakus” adı da başlıyor. Halkın ağzına yerleşmiş olan en kısa “Zmur/Zmyr” adı kentin günümüzdeki adının da temeli olmuş. Sözcüklerin başında ünsüz harflerin gelmesi durumunda, önüne ses uyumuyla bir ünlü konması Türkçe’de çok yaygın bir uygulama.  MÖ ki çağlardan kalma “Zmyr” den “(İ)ZMYR”e geçişin sırrı da bu. Anlamı ise çok büyük. Bu coğrafyanın Türk mührü işte o tek bir “İ” harfi aslında.

Bu kadar az - çok farklı adın kullanılması neden acaba?