Uygarlıkların birbiri içine doğru yayılışı ve yeni uygarlıklar oluşturması günümüzde insan bilimi (antropoloji), toplum bilimi (sosyoloji), dil bilimi (linguistik) gibi önemli bilim dalları ile araştırılıyor. Ayrıca genetik ve arkeoloji, kimyasal ve biyolojik analizler gibi daha somut sonuçlar veren bilimsel yollarla da olası tespitlerin sağlaması yapılabiliyor. Bu ilginç bir duruma yol açıyor. Ne kadar derin olursa olsun, geçmişin gerçeklerine, günümüzde, onları yaşamış olan insanlardan daha yakın olabiliyor, daha çok bilebiliyoruz. Kısacası, günümüz aklı, günümüz bakış açılarıyla, geçmişi daha doğru değerlendirebiliyor. Bilim ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak daha ileriki gelecekte, günümüzde yaşadıklarımız hakkında da çok daha doğru değerlendirmeler yapılabilecek diyebiliriz. Ancak burada çok önemli bir nokta var. Bilimsel olarak ulaşılan sonuçlar ve bilgiler aslında hiçbir çağda, hiçbir alanda tam doğru değerlendirmeler için tek başına yeterli değildir. Çünkü bilgi birikimini anlamlı kılan her zaman bakış açıları (konseptler) ve değerlendirme kıstasları olacaktır. Bu yüzden insanlık ortak değer yargıları ve bakış açılarına ulaşmadan gerçeğin tanımını bile doğru yapılamayacak. Her zaman azz ya da çok tarafgir kalınacak. Çok daha objektif çıkarımlara ancak ortak insanlık değerlerinin geçerli kılındığı bir küresel toplum düzeninde ulaşabilmek olası.

Her zaman tekrarladığım bir saptama var; “Yanlış soruların asla doğru yanıtları olamaz!”. İşte bu yanlış soruları da aslında sürekli değer yargıları, bakış açıları ve kıstasların kaçınamadığımız öznellikleri oluşturuyor. Çok sık karşılaştığımız yanlış soruların en güzel örnekleri şu tarz sorulardır; “Sümerler Türk mü?” vb. Bu bizim bakış açımızdan önemli. Benzer bir örnek  “Yamnaya Kültürü bir Hint - Avrupa kültürüdür !” şeklindeki argümanlar la batı kültürlerinde de yaygındır. İkisinin yanlışı da aynı noktadan kaynaklanır. Aslında biz her an abartmaya hazır olduğumuz kendi geçmişimizin egosu içinde bu böyle yanlış sorular sorup sonuçlar veriyoruz. Aslında çok azımız duru gerçeğin anlaşılması peşinde. Sümerler ya da Yamnaya Kültürü’ nün var olduğu çağlarda ne Türkler, ne de Hint - Avrupalılar kavramı bile yoktu. Doğru soru ve argüman şekli şu olabilir; “Türkler Sümerlerle ya da Hint Avrupalılar Yamnaya Kültürü ile etkileşim içinde midir!” Bu ifade tarzlarının daha bilimsel yorumları ise dikkatlice, Büyük olasılıkla Türklerin uygarlık yapısında Sümerlerin ya da Hint - Avrupalılarınkinde de Yamnaya Kültürünün az ya da çok rolü vardır. Çünkü bu son ifadeler için elimizde yukarıdaki bilim dalları ve yöntemler çerçevesinde elde edilmiş güvenilirliği tanımlı veriler olabilir. Bunda şaşılacak bir sıra dışılık da yok, çünkü zaten 2,5 milyon yıl önce oluşmaya başlayan insan varlığı da, 350 bin yıllık Son Kabile (Homo sapiens subsp. sapiens) tarihi de aynı ve tek bir kaynaktan doğmuştur; hangi zamanda ya da nerede, karşımıza hangi maskeyle çıkıyor olursa olsun.  Bundan ötesi çok gelişmiş gördüğümüz, günümüz küresel uygarlık düzeyinde bile inanılmaz ölçüde öznel değerlendirmelerle bezenmiş söylenceler, masallar ve mitolojiden başka bir anlam taşımaz. Gerçeğe yakınlıkları kaynaklarının öznellikleri ile sınırlıdır.

Amazonlar hakkında paylaştığımız bilgiler, benzer motiflerle çok daha geniş coğrafyada yaygındır. Toplumları bakış açılarında saklı “olumlu ve olumsuz yargılarla” süslenerek ortak, öznel yanlışlar olarak sürer gider. İskender sonrası yaşanan hanedan ve askeri kadro arasındaki kanlı çatışmalarda rol oynayan kadınların önceden kalan Amazon arketiplerini şekillendirmesi kaçınılmazdır. Çünkü aslında (özellikle bizim de içinde yer aldığımız antik çağ batı uygarlığı açısından ) İskender’in çok kısa bir sürede “eski dünyayı” ele geçirişi son yüzyıla değin en önemli bir “öç alma” öyküsüdür. Medlerin yok oluşu ardından Perslerin, yani doğulu bir toplumun” Anadolu’yu bir uçtan diğerine işgal edip, Avrupa’ ya girmesi ve dünyanın o çağa dek gördüğü en büyük imparatorluğu kurmasını hazmetmek kolay değildi. Son yüzyıla kadar diyorum, zira bu son dönemde bilim onların da (daha doğudaki Hintliler gibi)  aslında o kendini dünyanın geri kalanından ayrıştırmaya çalışan Avrupalılarla aynı dil ailesinden geldiğini ortaya koydu. Yine de popüler kültürdeki eski takıntıları silmeye yetmedi. Tıpkı George Orwell’in ünlü Hayvanlar Çiftliği kitabında yazdığı; “Bütün hayvanlar eşittir, ancak bazıları daha eşittir!” saptaması gibi, derilerinin renginden, yaşam alışkanlıklarına kadar her canlı için istenirse “kulüp ten atmak için” bir neden bulunabilir. İskender den yüzyıllar sonra bile, Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabo’nun dünya haritasında bile Hindistan hala eski dünyanın doğudaki son bölgesinde yer alır. Bu yüzden de yiğitlik, cesaret ve yayılmacılık başarısı derecelendirilecekse ancak haritaya göre yapılabilirdi. Tıpkı ünlü Amazon Kraliçesi Myrina’nın Atlas Okyanusu kıyısındaki Atlantis’ten yola çıkıp Ege Adaları’na dek dünyayı bir solukta fethediş öyküsündeki gibi.

Benzerini başaran Attila ve Cermenler gibi yabancılar için ise ancak “barbarlar” denebilir.