O anda karşımda, alerjik olmaya başladığım sırıtkan yüzüyle Aiko belirmeseydi Güleda ile buluşup, iletişime geçebildiğime çok sevinecektim. Birden buz kesildim. Japon sanki burnumun dibinde gibiydi. Çok kısa bir süre içinde bir kişiye nasıl böyle güvenip, onu en yakın dostlarım arasına soktuğum aklıma geldi. Bu kısa süre sonunda ise o kişi en nefret ettiğim yaratıklardan birine dönüşüvermişti. Düşününce kendime çok daha fazla kızdım. Aklıma nefret ettiğim başka bir yaratık gelmiyordu. O ana kadar insandan, hayvandan, şartlardan, kaderden, hangi nedenle bir zarar, kötülük görüp, ihanete uğradığımı hissettiysem, bunu unutmam her zaman kolay olmuştu. Beynim ve yüreğim, kendime karşı olan kefeye bile, acımasızca yargılamamı engelleyen pek çok neden yüklemekten asla geri durmazdı. Her şeyin bakış, ya da algı açısına göre çok farklı görülebileceğine olan inancım, kendi adıma, tek yönlü yargıları onaylamamı engellerdi. Hatta bazen bunun bir zayıflık olarak görülmesinden utanarak tepkilerimi saklar, sonraki davranışlarımla terazinin dengesini tekrar kurduğumu göstermekle yetinirdim. Ancak bunun tek erekçesi (Kazak ağzı; istisnası) terazinin ben kefesinde olup da zarar gören başkalarının bulunmasıydı ve bu kez orada Ujelska duruyordu. Ona verdikleri zararları bağışlamam olanaksızdı.

Aiko’nun dumanlar arasındaymış gibi bulanık, sisli görüntüsü şaşırtıcıydı. Kibar ve sevecen davranıyordu. Her türlü iş birliğine hazır olduğunu söylediğinde anlaşılmazdı. Bana böyle bir şey demesi olanaksızdı.  O anda adamı kendi gözlerimle değil de, Güleda’nın zihninde gördüğümü anladım. Bunları ona söylüyordu. Toparlanmaya çalışınca da hala yerde yüzükoyun yatmakta olduğumu ve gözlerimi açamadığımı fark ettim. Sonra sanırım Güleda kafasını kapıya doğru çevirdi. Orada tanıdığım birileri daha duruyordu. Bunlardan ikisi, Türkmenistan’ da, Köpet Dağ eteklerindeki çöl yerinde bizi kurtarıp sahip çıkan Ersarı obasının kolbaşçıları Abdukan bey ile İslam beydi. Yanlarındaki, çok yaşlı kadın ise o bölgede Kamaygıl namı ile ünlü olan, Gül eda’nın öz ninesiydi. Oba içinde ona Aygıl Ene diyorlardı. Bu yaşlı kamla kolbaşçıların her ikisinin de Güleda ile birlikte gelmiş olması hiç hayra alamet bir durum değildi. Ya Attila da yakınlarda bir yerdeydi, ya da bilmediğim çok önemli bir nedenle olağan üstü sefer halindeydiler. Avrasya’nın göçebe, ya da yarı göçer halkları özlerindeki doğal savaşçılığı bir yere kadar baskılayabilmiş insanlardır. Kimine göre tümden evcilleşmemiş olmaları yaşadıkları coğrafyanın özgün vahşiliği ve acımasızlığındandır. Buna bir de son yüzyıllarda sömürgecilerin yol açtığı katliamlar ile savaşların yol açtığı açlık ve salgınlar eklenince durum daha iyi anlaşılabilir. Ruslar ve Sovyetlerin batılı halklarına göre Sibiryalılar ile Kazaklar baş eğdirmesi çok güç, zorlu insanlardır. Türkistan halklarına sorulacak olursa da aralarındaki en zorlu halk hiç tartışmasız Türkmenlerdir. Çok sabırlı ve şartlar gerektirdiğinde hiç ses çıkarmadan her türlü zorluğa dayanabilen bu insanlar, katlanma sınırları aşıldığında kontrol edilemez savaşçılara dönüşüverir. Bu dört Türkmen’in birlikte bunca yolu kat edip geldiklerini gördüğümde Aiko ve yanındakilere acımaktan kendimi alamadım. Bu bir anda içimi sevince boğdu. Ujelska’nın kanı yerde kalmayacaktı.    

O sırada beynimde Güleda’nın sesi yankılandı. “Bu Attila değil, ama onun ve bizim çok yakın bir arkadaşımız. Ona neden böyle işkence edip öldürmeye çalıştınız?” Aiko hiç tutukluk yapmadan, kendinden çok emin bir şekilde açıkladı “Tashima San’dan aldığım emre uydum. Tanıyorsunuzdur?” “Evet!” dedi “Güleda, “Hem de çok iyi.” Aiko rahatlamış gibi açıklamasını sürdürdü; “Bana, getirdiğimiz emanetleri ya Attila, ya da onun en yakın arkadaşı, Alman, Dr. Heinz Leopold Steinkrug denen birine teslim etmem emredildi. Tashima San bu adamla telefonla görüştü ve Attila olduğunu onayladı. Çünkü aralarında sır olan bazı şeyleri yalnız o bilebilirmiş. Anladığım, bu da biliyordu o sırları. Sonra Attila olmadığı ortaya çıktı. Tashima San da Alman arkadaşı olduğuna karar verdi. Ancak Vaiz Dragomir’in kilise bozması yerinde peşlerindeki General Artur ve adamlarına yakalandılar. O ekipteki, adı Jutta olan bir kadın tetikçi ise gözlerinin renginden bunun Dr Heinz olmadığını anladı. Bırakıp gittiler. Onunkiler kahverengiymiş, bununki yeşil. O zaman işin içinde başkalarının olduğu ortaya çıktı ve Tashima San’ın B planını devreye soktuk. O ikisi dışında olaya karışan herkesi yok etmeliydik. Size bilgi verilmiştir.” Güleda “Buraya kadar tamam!” dedi. “Evet, bana da ayrıntılar iletildi. Ancak bu adam General Artur’un peşinde olduğu o Alman.  Bundan eminim“

“O kadın tetikçi, Jutta, Artur’u neden böyle yanıltmış olabilir ki?”