Önceki bölümlerde Urla, İzmir ve çevresinin coğrafi yapısı, antik tarihi, dil özellikleri, kültürü vb ile ilgili bazı özelliklerden söz ettik. Bu öyküler birbirinden bağımsız görünse de sonuçta bizi (bütüncül bakış açısı ile) birbiri ile kesiştikleri noktalarda bazı önemli sonuçlara yönlendiriyor. Böylece İzmir, Ege ve Anadolu Kültürü’nün küresel uygarlıktaki özgün yapısı ve yeri daha açık olarak ortaya çıkıyor. Bunların ayrıntılı incelenmesini uzmanı olan bilim adamlarına bırakıyoruz. Ancak yine çeşitli kaynaklarda ulaştığımız bilgiler ışığında ele alarak, şimdiye dek pek fark edilmemiş bazı önemli çözümleri işaret edebiliriz. İzmir (Smyrna, Myrna, Ismir, Smir vb vb) adların tümünün kökeninde yatan temel anlamı sorgulayıp araştırma zamanı geldi sanırım. Azra Erhat’ın vurguladığı, mitos (mit, masal, öykü), epos (sanatlı, şiirsel öykü) ve logos (mantıklı, bilimsel açıklama) denen üç söz türünden yararlanarak ilerledik. Mavi Anadoluculuk Hareketi’nden esinlendik ve İzmir adının gerçek anlamı hakkında olası bir açıklama yapmaya yöneldik. Bu açıklamayı işaret edip, bilimsel olarak inceleeceğini umacağız. Kemalpaşa’daki (ve diğer benzeri) Hitit, Aka / Ahiyava çağından kalma Luvi kökenli resim yazılarda (hiyeroglifler) geçen ve tek yazılı, tarihi kanıt olan “Mira Kuvaliya Ülkesi” adını esas almamız gerekiyor. Bu ad aslında bir kenti (İzmir vb) değil, devlet, krallık niteliğindeki bir bölgeyi gösteriyor. Mira Kuvaliya Ülkesi’ nin başkenti bugün Efes adı ile tanıdığımız Apaşa antik kentidir. Bu ülke Luvilerin kıtaya adını veren Assua Ligi / İttifakı denen ve sınırları zamanında Halep’ten kuzey batıdaki Truva’ ya (Viluşa) dek uzanmış olan “kent devletleri federasyonundan” geri kalan Arzawa Krallığı’nın en önemli ve uzun ömürlü parçası olmuş. Doğudan gelen Hitit istilası ve batıdaki Milet’le (Millevanda) başlayan Miken / Aka koloniciliği arasında yüzlerce yıl bağımsızlık savaşı vermiş. Bu savaşta kadın – erkek ayrımı yapılmadan, tüm unsurları ile direnmiş. Sonuçta da yenik düşmeden, Doğu Akdeniz  (Levant) bölgesindeki Hitit, Miken vb kent devlerini yok eden, Suriye, Mısır krallıklarıyla da savaşan “deniz Halkları” na dönüşmüş; özgürlük için savaşarak tükenip, unutulmuşlar. Kendilerinden önceki yerli Anadolu halklarından aldıkları pek çok dil ve kültür özgünlüklerini bu topraklara miras bırakarak tarihe mal olmuşlar. Özellikle son elli yılda yoğunlaşan dil, genetik ve arkeolojik verilerle yeniden gün ışığına çıkan çok önemli bir Anadolu kültürü olarak tanınıyorlar. Ardılları arasında Lidyalılar sayılabilir. Mira – Kuvaliya Ülkesi’ nin en batı kıyılarındaki İzmir büyük olasılıkla zaman içinde kentleşerek, Mira Ülkesi’nden Mira adıyla tanınan bir kente krallığına dönüşmüş. Kuzeyindeki “Seha Nehri Ülkesi” (bugünkü Bakırçay ve çevresindeki Luviler) ile arasındaki sınır Gediz nehri ve deltası olmuş. Yani İzmir körfezinin kuzeyi ve güneyi iki ayrı krallığa aitmiş. İlk İzmir (Smyrna) kentinin de bu hattın güneyinde (günümüzde Bayraklı) kurulmuş olması bir sınır karakolu olduğunu gösteriyor. Karabel Anıtı de kıyıdan içeriye, başkente (Efes / Apaşa’ya) uzanan ana yolun üstündeki bir sınır taşı niteliğinde. Koloniciler (Akalar vb) kıyılarda tutunurken, Anadolu devletleri korsan saldırılarından korunabilmek için kültür merkezlerini ağırlıkla kıyılardan içeride korumaya çalışmış. Antik dil sözlükleri ve genel olarak Avrasya dillerinin ön (proto) – dil verilerini taradığımızda (günümüzde bu artık çok gelişmiş bazı bilgisayar veri tabanları ile çok geniş ölçüde yapılabiliyor) karşımıza çok ilginç bir sonuç çıkıyor. “Mira Kuvaliya” deyiminin “kuvaliya” kısmı Luvi dillerinde “ve diğer (ilişkili) yerler” anlamını taşıyor. Yani ülkenin asıl özgünlüğünü bildiren sözcük “MİRA” dır. Bu sözcüğün anlam kökenini araştırdığımızda ise çok ilginç bir olasılıkla karşılaşıyoruz. Mir(a) kökü (diğerleri yanında) hemen hemen tüm Avrasya dillerinde “su, deniz, okyanus, yaşlık, bataklık” anlamları taşımış. Çok eski jeolojik çağlarda (önce de vurguladığımız gibi) Helen ana karası ile Anadolu arasındaki (günümüz Ege Denizi) Karadeniz boğazları açılıncaya (tufana) kadar sığ kumullarla kaplı bir yarı bataklık olmuş. Bu özelliği aslında yakın çağlara dek sürmüş. Sivrisinek, sıtma vb konular da bununla ilişkili; Efes’in, Milet’in ve daha pek çok kültür merkezinin bir liman kentiyken önce bataklıklara, sonra da kumul birikimiyle karasal bölgelere dönüşümü de öyle. Kısacası “Mir(a) Ülkesi” adı “bataklık, deniz ülkesi” demek oluyor. “M(u)r” kökü dilimizde yalnız “Yağ-m(u)r / yağan su” sözcüğünde kalmış. Diğer Avrasya dillerinde ise halen “su” anlamıyla yaşıyor. Bu olasılık bölgenin “Zeus / At” kültürü gelmeden çok önce “Su / Poseydon / Yer altı Su Tanrısı” kült merkezi olması ile de uyumlu. Kısacası ne masallarda (mitos) ne de şiirlerde (epos) yüklenen anlamlar yeterli, “logos” daha sıradan gibi görünen, çok daha önemli bir anlam katıyor olabilir. Bu tıpkı komşu ülkeye de “Seha Nehri Ülkesi” adının verilmesindeki mantık. Edgar Allan Poe’ nun ünlü Annabel Lee şiirindeki gibi; “ Yıllar, yıllarca önceydi, deniz kıyısındaki bir krallıkta, işte orada yaşayan bir kız vardı, sizin,

MİRA adıyla tanıdığınız biri…”