Vourla’dan Urla’ya zaman yolculuğumuzu Evliya Çelebi’nin ardına takılıp sürdürürken yolumuz önce İzmir kentine ve Kadifekale’deki bin derde şifa bir anıt ağacın sırrına takılır. Sonunda bu sırrı çözenlerin tanıklığını günümüze taşımayı başardık. Çelebi’nin öncelikle kendi ağzından Eski Kale’nin öyküsünü özetleyelim: “Bu kale bir bayırlı ve kayalı alçacık tepe üzerinde Kaydefa Kraliçe adlı karının yapısıdır ki Büyük İskender korkusundan yapmış…” Anlaşılacağı üzere bugün verdiğimiz adın “Kadife” ile bir ilişkisi yoktur. Seyahatnamede sık sık adları geçen “Kaydefa ya da Kıdefa melike ve melik” inin adlarından gelmedir ve bugüne dek bunların hangi gerçek tarihi kişiler olduğu kesinlik kazanmamıştır. Özellikle “melike” adının geçmesi nedeniyle sınır tanımaz bir hayal gücüne sahip olan kent belleğimiz hemen “Saba Melikesi Beelkıs” ile ilişkili masallar uydurmuştur. Ancak Saba Melikesi ve Süleyman öyküleri üzerinde yaptığımız tüm araştırmalarda, ilgili dilerde “Kaydefa/Kıdefa” adını çağrıştıran hiçbir sözcüğe rastlamak mümkün olmadı. Ancak öykünün devamında bu konuyla ilgili çok ilginç bir sonuçla karşılaştık.

İLK SIR: “Eski tarihlerde bu kale iç kale imiş. Kalenin batıya bakar bir demir kanatlı sağlam kapısı vardır. O kapıya dışarıdan içeri girecek sırada sağ taraftaki kulenin iki adam boyu yüksek yerinde bir küçük kemer altında beyaz ham mermerden Kaydefa'nın ceset olarak oyma bir sureti [heykeli] var. İnsan görünce canlı sanıp hayran kalır. Ne tarafa gitsen o tarafa bakar görünür. Tebessüm etsen öyle görünür, ağlar gibi olsan o da ağlar gibi görünür, garip seyirliktir. Ancak boynundan aşağı vücudu yoktur. Hemen boynunda kolyesi, kırmızı suratı, kulaklarında küpesi, başında kıvrım kıvrım saçları, sürmeli ceylân gözleri ile tasvir olunmuş bir peri yüzlü nurlu çehredir, ama ruh yoktur….ruhsuz bir kalıptır. Bu Kaydefa heykelinin yüzü kuzeye dönüktür. O tarafta bir sağlam kule vardır. Onda büyük bir hazine vardır. Daima bu Kaydefa o hâzineye bakar. Onun tılsımıdır, derler.” (Not: Bu heykelin 1701-2 yıllarında yapılmış bir resmini sosyal medyada paylaşıyorum)

İKİNCİ SIR: “Bu kale kapısından taşra 50 adım uzak kapı önünde bir ibretlik ağaç vardır. Yeryüzünde yedi iklimi yedi gezegen gibi gezip dolaştım, o şekilde bir tuhaf garip ağaç görmedim. Çitlembik ağacına benzerliği var. Ama Allah'ın emriyle bundan bir çeşit saf yağ çıkar, 72 hastalığa şifadır. Yaprakları başka şekilde yaratılmış bir Tanrı hediyesidir. Yanvan Tarihinde "Kaydefa Ana kendi eliyle dikmiştir" diye yazmıştır. Gerçekten de yaprakları ve dalları nice bin yıl yaşamış ağaca benzer ama hâlâ taptazedir. Hıristiyanlar bir kuru yaprağına bin taze can verip alırlar, kimse bilmez ki neylerler. Daima Kaydefa heykeli bu ağaca bakar şeklindedir. Nice bin kötü renkli kavgacı Frenk, azgın Mağripliler ve başka define arayıcılar fırsat bulup her an bu ağacın dibini ve dört tarafını kazıp mal çıkarmaya çalışırlar. Sabah kale neferleri yine kazılan yerleri tekrar kapatırlar. Bu şekilde görülmeye değer bir ağaçtır. Kısacası Tanrı sanatı bir tuhaf ağaçtır. Ve (—) tarihinde sert esen rüzgârın zorundan bir dalı kırılıp Haşan Beşe adında bir adam bulup bu dalı alıp hanesine götürür. Hatunu bu dalı ateşe atar. Kokusundan o kadın, 3 cariye, 3 çocukları ve civarında olan adamlardan ağacın kokusunu koklayanlardan o mahalde 17 adam bir anda can verirler. "Bu durum yakın zamanda oldu" diye nice ihtiyar adamlar tanıklık ettiler. O zamandan beri bu ağacın gölgesine bile varmaya korkarlar. Bu Haşan Beşe'nin bir kolu felç olup nice sene felçli olarak yaşayıp yakın zamanda öldü, diye naklettiler. Bu durum halk tarafından anlatılan meşhur bir olaydır. O yüzden bu garip ağaca tek bir kimse bile el vurmazlar.”

Dünya tarihinde bazı öyle yüzyıllar vardır ki, her açıdan kendilerinden önceki düzenleri alt üst edip, sonraki bin yılların kaderini belirlerler;  MÖ 7.-5. YY arası böyledir, 17. YY da. Bunlara geçiş dönemleri (transition periods) denir. Bu çağa kadar Osmanlı İmparatorluğu Avrupa – Asya ve Afrika’dan oluşan (Eurafrasia) eski dünyanın en önemli çok uluslu yönetim alanlarından, güç, ekonomi ve varlık odaklarından biridir. Bu durum 17.YY ın sonunda yaşanan ilk büyük toprak kayıpları ve sonunda, 1699’da imzalanan Karlofça antlaşması ile değişmeye başlayacaktır. Biz de, sırları olabildiğince çözmek için, öykümüzün bundan sonrasında Evliya Çelebi’den kısa süre sonra yazılmış olan, meslektaşım (Materia Medica uzmanı) J. P. de Tournefort’un seyahatnamesi (Relation d'un voyage du Levant ) ile paralellik kurarak yolumuza devam edeceğiz.