Yine 26 Ağustos yaklaşıyor. İçimde bu tarihle başlayıp 9 Eylül’e kadar süren özel bir kıpırtı olur daima. Aklıma o siyah – beyaz film sahnesindeki yalın kılıç İzmir’e doğru ilerleyen süvariler gelir. Bu bizim için kazanılan bir savaştan çok ötesini anlatır. İzmir’in kurtuluşundan bile ötesini. Yüzlerce yıl sürmesini dilediğim ulus devletimizi kurmak için zamanla yarışanları ve onu korumak için İzmir’e doğru koşanları. Bu noktada iki çok önemli iki kavram gizli. İlki zamanla yarıştır ve zaman zaten fiili yaşamın ta kendisidir; tüm mücadeleleri ile birlikte yaşamayı sürdüremezsek yok oluruz. İşte bu yüzden can verilip, can alınan bir savaşın çok ötesinde, zamanı iyi yönetebilmek yaşamayı başarmak için en önemli kavramdır. Bu yüzden o süvariler en akıllı komutan olan Atatürk’ün emriyle, neredeyse kaçan işgal kuvvetlerinden önce İzmir kapılarına ulaştı. İkincisinin özünde de (bu yazı dizisinin de ruhu olan), “ateşten gömlek” giyip, İzmir’e odaklı bir örnekleme ile yıkılan çok uluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçerek kurtuluşu başarma çabasıdır. Bu yüzden, bu önemli zaman diliminde bir önceki yazıda dillendirdiğimiz Voula’dan Urla’ya geçişin kültürel ve tarihi izlerine kendimizce ulaşabildiğimiz çok ilginç ve özgün açıklamalarla yer yer vereceğiz. Bu öneriler aslında çok sayıda belge taranarak ortaya çıkartılabildi. Burada kaynakların hepsine ayrı ayrı yer veremeyeceğim, ancak özel ilgi duyan olursa paylaşmaktan mutluluk duyarım. 

İLK SIR; Bana göre “Kadife Kale” adının anlamı “Tilki Kalesi” olabilir. Hemen altındaki bölgenin (Türk mahallesi) eski-yeni adının da “Tilkilik” olduğunu anımsayalım. Daha önceki yazılarda kısaca değindiğim gibi “bir masal olarak anlatılan” Kıdafe/ Kaydefa’dan gelen “Kadife” betimlemesinin Saba Melikesi’nden geldiği savı hiçbir belgeye dayanmıyor.  Kutsal kitaplar dışında,“Hz. Süleyman ve Saba Melikesi” öyküsünü içeren en eski kitap Habeşistan kaynaklı, 700 yıllık olduğu söylenen, “Kebra Nagast” adlı kitaptır. Bu kaynakta Saba Melikesi’nin çocukluk adının “Makeda” olduğu geçer (Makeda’nın Arapça transkripsiyonda Kıdafe, Kaydefa vb olduğuna dair hiçbir belgeye ulaşamadım). Diğer taraftan eski (yeni dilde değil) Rum etimoloji kitaplarında ise şöyle bir veri ile karşılaşıyoruz: “Kidaphos: Küçük yabani köpek (A. Bayonne 1792)” (Not: Bitişik “ph” harfleri, “f” olarak okunuyor).  Harald Haarmann (Roots of Ancient Greek Civilization, pg. 82-83, 2014) ise “Kidaphos” sözcüğünün temelde Yunanlılar öncesi Anadolu’nun ve İzmir’in ?)yerli halkı olan “Pelasklar” dan alıntı olduğunu belirterek, günlük konuşulan Rumca’ da “Kidapfe (Kidafe) ve Ki(n)daphios gibi farklı şekillerde kullanıldığını ve hepsinin de “Tilki” demek olduğunu yazar.

Hem Evliya Çelebi’de hem de diğer ilişkili masallarda geçen “Kıdafe Melik / Melike bu kaleleri (İzmir, Urla vb) İskender’den korkusuna yaptırdı!” ifadesi de konuya tarihi açıdan bakabilmemizi sağlayan çok önemli bir kayıttır. İlk “Smyrna” nın Bayraklı tarafında olduğu ve Lidyalılar (Alyattes) tarafından yerle bir edildikten yıllar sonra bölgeyi zapt eden İskender’in (gördüğü bir rüyaya bağlanarak) emriyle bugünkü (Pagos Tepesi) yerinde tekrar inşa edildiği yaygın kabul görür. Neden bu melik/melike, onun emri varken, İskender’den kokularına yaptırmış olsun ki? Burada bir gerçeklik payı var. İskender kentin yeniden inşa emrini verir, ancak doğuya doğru seferine devam eder. İzmir’in yeniden inşası ancak ölümünden sonra miras kavgalarına girişen ve imparatorluğunu paylaşan generallerinden (önce) Agastris tarafından sürdürülür. Sonra da General Lizimakus tamamlar. Yani “Kıdafe Melik” olsa olsa Lizimakus olabilir. Bu miras savaşları sırasında ve “Yeni İzmir” kurulduktan sonra Lizimakus Makedonya’dan üstüne yürüyen İskender’in yakın akrabalarına karşı da savaşmak zorunda kalmıştır. Kısacası “İzmir Meliki” Lizimakus’un İskender’den olmasa bile onun adıyla yürüyen ailesinden korkup müstahkem kaleler inşa etmek için yeterli nedenleri vardı.

Gelelim “İKİNCİ SIR” ın çözümüne: “Kıdafe Melike”  Saba Melikesi, Amazon Kraliçesi vb değil, Lizimakus’un kızı olan “EURIDICE” idi. Evliya Çelebi Urla’yı anlatırken zaten bu adı “Urlice” olarak kullanmaktadır. Lizimakus “Yeni İzmir” inşasını tamamladıktan sonra adını “EURLICE” koymuş ve başına kızını getirmiştir (Amasra da ilk karısı Amastris’in adını taşır). Yani bu İzmir’in ilk adı “Smyrna” değil, “Euridice / Urlice” idi. Lizimakus devrinin sonunda yerel halk tekrar Smyrna adını kullanmaya başlamış. Urlice adının Urla için Vourla’dan (ince sazlık) da önce İzmir ile birlikte kullanılmış olabileceğini rahatlıkla düşünebiliriz. Kadife Kale’deki (paylaştığım 1700 tarihli gravürde görünen) kadın büstü de Amazon Kraliçesi’ni değil balıketinde, oyalı boyalı İzmir Melikesi prenses Euridice’yi temsil etmektedir. Smyrna’ya ilk olarak İzmir diyen Türkler miydi? Kalede ki, yağı hem şifa hem ölüm getirebilen ağacın sırrı nedir?

Tüm bunları da teker teker ele alıp, kendimizce açıklamalar getireceğiz.