Sonraki günler Asteğmen Dr. Cevdet için en sevdiği, sahada hareketlerle geçer. İstanbul Kabataş Lisesi’nde okurken Beşiktaş Boks Kulübü takımında yoğun spor yapmıştır. Sıtma Savaş Hekimi olarak başladığı ilk meslek aylarını izleyen askerlik günlerinde Narlıdere Sıhhıye’deki özel eğitim ile güzel bir maceraya dönüştürmüştür. Nedenini daha bilmediği bu arazi eğitimleri sürecinde su, toprak ve havanın nasıl bir uyum içinde olduğunu gözlemektedir. Bu sessiz uyumu bozmadan, içine insanı nasıl yerleştirmek gerektiğini düşünür. İlk dersi “bataklıkla mücadele” ederken almıştır.

Karalardan denize ulaşan akarsuların taşıdığı tonlarca toprak (alüvyon) İzmir’in açık denize kapalı sessiz koylarında çökerek derin çamur katmanları oluşturur. Kıyıları çeviren dağların ayaklarını ıslatan denizde az da olsa rastlanan akıntıları iyice keser. Durgun, içine taşınan topraktan mavi rengi kararmış bu sularda her türlü çibin (sinek, sivrisinek vb) için güvenli bir yumurtlama alanı oluşturur. Larvalar bu sularda dünyaya gelir. O tarihlerde daha insan eliyle oluşan kirlilikler fark edilmez kadar azdır. Bu yüzden balçık vardır ancak pis değildir. Ancak kent merkezine doğru ilerledikçe iş değişmeye başlar. Giderek artan nüfusa bağlı olarak doğrudan denize akıtılan kanalizasyonlar ve evsel atıklar nedeniyle körfez yavaş yavaş ölmektedir. Dış körfeze doğru ise kırsal alandaki tek tük evlerde ve çiftliklerde daha etkin bir sistem söz konusudur. Fosseptik denen (günümüz arıtma tesislerindeki çökeltme havuzlarının atası sayılabilir) üstü kapalı çukurlara akan atık sular burada yağmur ve yüzey suyu (karasu) ile karışıp bir anlamda göreceli bir arınmaya uğrar. Topraktan süzülerek denize ulaştığında ise iyice işlemden geçmiş sayılabilir. Bir çukur yıllar içinde dolduğunda terk edilip yakınında yeni bir çukur kazılır. Bunun için yeterli alan zaten yeterince vardır. Kent merkezi ise bu olanakları taşımadığından yalılar Kokaryalı’ya dönüşmektedir. Bu koku İzmirliler için önemli bir unsurdu. Kırsalda kıyıya yığılan “yosun (?)” katmalarının çürümesiyle oluşan ve “yosun kokusu” denen bir koku vardı; bir de iç körfezde çok daha itici bir başka koku. Bunun ne olduğunu hepimiz bilirdik ama güzel İzmir’imize yakıştıramadığımız ve (gönlümüzde dünya güzeli bir Amazon kraliçesi olarak yer ettiğinden) alınmasın diye yabancılara inatla onun da “yosun kokusu” olduğunu söylerdik.

Kara ile denizin birbirine kavuştuğu kıyılarda kendine özgü bir bitki ve hayvan alemi (flora ve fauna) vardır. Önce de söyledik, Akdeniz ve Ege denizleri on binlerce yıllık tarihleri içinde zaman zaman değişen su rejimi nedeniyle bazen çok sığ, bazen çok derin olmuş. Hatta son buzul çağı zirvesine (18 – 20 000 yıl kadar önce) neredeyse Afrika ile Avrupa arasında yürüyerek geçilebilecek kadar yoğun kumullar oluşmuş. Kıyıların suyu, sürekli tatlı su taşıyan ırmaklarla beslendiğinden denizlerin ortasına nazaran daha çok tatlı su içerir. Bazı bitkiler ve hayvanlar da bu “tuzluluk stresini” aşabilecek şekilde gelişme fırsatı bulurlar. Sular tekrar yükseldiğinde ise uyum (adaptasyon) için yeni bir sınavla karşılaşırlar. Çoğu ölür, ancak bazıları bu sorunu da aşarak yaşamayı sürdürür. İzmir’in “yosun kokusu” nu oluşturan da bu bitkilerin dalgalarla kopup kıyılarda öbek öbek, büyük katmalar halinde biriken bu bitkilerdi. Kısacası yosun değillerdi. Denizde yaşama uyum sağlamış olan, Deniz Çayırları (Posidonia) denen karasal kökenli çiçekli bitkilerdi. Kendilerine özgü bir kokuları vardı. Islak saman yığınları gibiydiler. Kucakladığımızda içlerinden yüzlerce böcek adeta fışkırırdı. Bu böceklerin pire gibi zıplayan, yarım santim kadar büyük olanlarına Deniz Piresi denirdi. Büyüteçle yakından bakınca Karidese çok benzediklerini fark ederdik. Zaten suya doğru az ilerisi canlı deniz çayırları ile kaplıydı ve aralarında pek çok diğer canlı gibi karides yavruları da büyük sürüler halinde yaşardı. Küçük kayaların üstünde dalgalarla çayırlar gibi ahenkle sallanan gülkurusu renkli denizşakayıkları görünürdü. Pek çok insan İzmir Körfezi’nde yaşayan mercanları (Cladocora vb) fark etmez. Bu suların ekosistemini çok zengin bir biyo-çeşitlilikle süsleyen nedenlerden biri de deniz dibindeki volkanik bacalardı. Buralardan zaman zaman çok sıcak gaz ve su çıkışları olur ve çevresini tropik bir habitata benzetir.   Bataklık, sulak alan, pislik çok farklı şeylerdir. Bunu en iyi sıtmayla savaşanlar bilir.

 Atğm. Dr Cevdet araziden dönüşünde bir sürprizle karşılaşır. Birliğinden tayin edilmiştir. Komutanı sinirlenmiş olduğunu görünce  “Bir gün bu kararım nedeniyle bana minnettar olacaksın! Sıtma savaşı için burada yapman gereken çok şey ve kurtarılacak çok can var. Yetişmiş personel açığı çok büyük. İzin de kullanmamışsın. Yakında terhis olacaksın!” der. Birkaç ay sonra, 10 Haziran’da o evde oğlunun ilk yaş gününü kutlarken, gazetede 9 Haziran’da 3. Değiştirme Tugayı’nın “Şimal Yıldızı” harekâtı için İzmir Limanı’ndan Kore’ye hareket ettiğini okumaktadır.

Pek çok arkadaşı seferden geri dönememiştir.