Beynimde, kimliklerimizi saklamak için, Attlila ile belleklerimizi birleştirip, geri çağırma düzeneği olarak da karmaşık bir algoritma oluşturmuş olduğumu önce özümün anlaması gerekmişti. Bunu, oldukça zor da olsa başardığımı biliyordum. Zaten aslında beni de, Attila’yı da koruyan bu zorluk olmuştu. Ancak bir diğer açıdan, belleklerimizi geri çağırıp, birbirinden arındıramazsam özellikle Attila’nın yarı deli bir şizofren olarak, nerelerdeyse, oralarda sefil bir şekilde sürünüp, yok olmasına neden olabilirdi. Çevremdeki arkadaş ve dostlarımı da ummadıkları tehlikelere sokması kaçınılmazdı. Yine de sevinmeliydim, çünkü yalnız Attila ve benim bildiğimiz ölümcül sırlar ancak bu özveri ile güvencede olacaktı. Sonuçta varlığını çok az insanın fark ettiği, çok acımasız bir düşmanla karşı karşıyaydık. Bildiklerimizi ve niyetlerimizi öğrendikleri an hem biz, hem de tüm sevdiklerimiz çok daha acı sonuçlarla sınanacak, sonunda da her şeyden vaz geçmek zorunda kalacaktık. Bellekleri karıştırıp anonimleştirmek,  bu yüzden son kertede en etkili savunmaydı. Bizi yakalayıp işkence bile etseler, karışık belleğimizdeki sırlarımızı alıp anlayamazlardı. Kendimizin bile anlamadığı bir şeyi nasıl anlatabilirdik ki? Geri çağırma algoritmamın karmaşıklığı özümdeki, iç içe geçmiş sayısız bilgi ve deneyimiz doğal bir sonucuydu. Böylece en düşkün durumumda bile, yalnızca kendim olarak, iç dünyama ulaşarak, çözüm şifrelerini ve kilitleri birbiri ardına açabilmem olasıydı. Tıpkı İnanna’nın yer altındaki ölüler dünyası Kur’a girip, oradan geri çıkabilmesine benziyordu. Özündeki 7 gücü, 7 mücevher gibi boynuna takmış, yer altının geçilemez sanılan 7 kilitli kapısını onlarla açabilmişti. Attila’nın Güleda’ya verdiği kolyedeki taşlar bu algoritmanın adımlarını simgeliyordu. Ortadaki eksik, sekiz köşeli taşın da Eridu’daki kadim cennet bahçesi Janna’nın avlusundaki Bilgi Ağacı’nın çiçeği olması bu yüzdendi. Havva, Adem ve Yılan arasında geçen Elma öyküsü, kutsal kitaplara göre, bu ağacın değerini gösterir. Elma cennetteki insanın ilk bilgiyi alışı ile, tıpkı Maymun Adam gibi, çıplak olduğunu fark etmesini vurgular. Bu yüzden Elma aslında Cennet Çiçeği’nin meyvesidir. Her nedense cahil kalması yeğlenen insanın dünya gerçeklerini öğrenmeye başlaması ile ilk başkaldırışını tetiklemiştir ve o Bilgi Ağacı aslında sayısız çiçek açıp, sayısız meyve vermiştir. O meyveleri görmesi ve yemek cesaretini göstermesi de insanı ilahların gözünde isyankâr yapar. Bunları çözerek adım adım gerçeğe yaklaşabilmek içimde müthiş bir coşku yaratmıştı. Attila ile ortak sırlarımızın başında bu coşkuyu paylaşmak geliyordu. Bu coşku içinde, sürekli içimde taşımak zorunda kaldığım ve bana çok ağır gelen “düşman” kavramını da çözmeye başlamıştım. Kimdi o düşman? Bunu yanıtlayabildiğim anda belleğim on binlerce yıllık insan belleğine ulaşıp, anımsamam gereken her şeyi tüm ayrıntıları ile bilir olacaktım. Bu coşkumu paylaştığımda Güleda’nın buz gibi soğuk bir sesle Attila ile beni “zaman zaman delirdiklerinde anlayamadığı dengesizler” olarak nitelemesi tüm romantizmimi yerle yeksan etmişti. Bu duyarsızlığa karşı tüm gücümle direnecektim.

“Güleda!” dedim, “Sence İnanna’nın babası Enki’nin Eridu’da tapınak seçkinleri için sakladığı uygarlık bilgileri, Me tabletlerini falan, alıp sıradan insanlarla paylaşmak için Urug’a kaçırmaya çalışması Havva ile Adem’in Bilgi Ağacı’nın meyvesi yedikleri için cennetten kovulmasına benzemiyor mu? Tanrı onları cennetten kovarken nasıl yargılamış?  Bugün bilgi Ağacı’nın meyvesini yemeye cesaret eden insan, korkarım sonra da Hayat Ağacı’nın meyvesini yiyip ilahların en değerli ayrıcalığı olan ölümsüzlüğe talip olacak diye yakınmamış mı? Ben ömrüm boyunca hastalıklara genetik kalıcılığı olan bazı çözümler bulabilmek için uğraştım. Ömrümü tükettiğim bu amaçla açıkça, İnanna’nın yoldaşı sayılmaz mıyım?” “Anlat! Anlat!” dedi. “Anlattıkça belleğin açılıyor. Bu bizi sonunda, hala yaşıyorlarsa eğer, Attila’ya da, ölüm döşeğinde yatan Ujelska’ya da ulaştırabilir. Ancak söylediklerini anlamamı bekleme lütfen. İçeriklerine değer vermiyorum diye değil. Kurduğunuz algoritmaların sizlere özgü romantik tarzı nedeniyle kendimi istemeden dışlanmış hissediyorum. Bunu da unuttuysan anımsatmam gerekiyor. Ben ölümcül bir gerçekçiyim. Bir an önce bu garip durumu kontrol altına alıp, sonuca varmak çabasındayım. Sizler ise… Nasıl diyeyim? Pat pat, doğrudan ve net bir şekilde söylemek yerine, derin gerçeklerin özüne kâhinler gibi kırk bin anlam içinde dolaşarak yaklaşıyorsunuz. Bu genellikle hoş oluyor, ancak şu anda hoşbeş etmek niyetinde değilim. Sinirlerim yıpranıyor!”  “Hoşbeş etmek mi?” diye sordum. “Güleda bu tepkinle sen de bizi aforoz ediyorsun! Açıkçası ben de şu anda kendimi Düşkün Meleklerden biri gibi hissediyorum.” Gülerek noktaladım; “Beynimin şifrelerine özümdeki dolambaçlı yollarla yaklaşmaya çalıştıkça sıkılıyorsun. ”

“Bizi vaiz Dragomir gibi, Forcas ve cehennem iblisleri durumuna düşürüyorsun!”