Günümüz Narlıdere kaymakamlık binasından Urla – Çeşme yönüne doğru çıktıktan sonra başlayan askeri bölgede ellili yıllarda ilk olarak “sıhhiye” denen bir yer karşımıza çıkardı. Dev Abdullah Ağa Çiftliği arazisinin büyük kısmının askeriyeye devredilmesinden sonra, eski adı ile Kilizman sınırına kadar olan bölge farklı askeri eğitim alanları olarak kapatılmış. Günümüzde de benzeri amaçlarla kullanılıyor. Bu nedenle, bölgede yaşanan şiddetli kentleşme fırtınalarından kurtulabilmiş en geniş yeşil alan olma özelliğini hala koruyor. Urla’ya doğru yol boyunca sağda kalan deniz kıyısı yoğun kargılıklarla ve yer yer, küme küme dikilmiş Okaliptüs koruları ile kaplıymış. Bu yarı bataklık kıyı ile Çatalkaya arasında dar bir kara şeridi üstünde de (en) eski Urla- Çeşme yolu yer alıyor. O tarihlerde son derece kötü durumda olan bir yolmuş. Dağ ile kıyı arasında kalan, dar geçitlere antik çağlardan beri “kısık” adı verilir. İşte sıhhiye denen yerin hemen altında kalan kıyıdaki geçidin etrafı da Hayıt ağaçları ile kaplı olduğundan, bu noktaya “Hayıt Kısığı” adı verilmiş. Bölgede yaşayan son Hayıt ağacı deniz kıyısından 3-4 metre içerideki çakıllıkta ölüme direnerek, geçmişin tanıklığını günümüzde de yiğitçe sürdürmeye çalışıyor. Yolun Çatalkaya tarafındaki ilk tepe üzerinde ise o tarihlerden bizim çocukluğumuza dek küçücük bir “askeri revir” vardı. Önündeki, yola (kısığa) doğru eğimli büyük bahçede, kireç beyazı zemin üstüne pırıl pırıl bir “Kızılay” resmi yapılmıştı ve küçük revirin bir büyük hastane gibi tanınmasına yol açmıştı. Diğer taraftan revirdeki sürekli hareketlilik ve etrafta çok sayıda üst rütbeli sağlıkçı subayların bulunması da revir çevresinde toplanmış olan personel için dikkat çekici olmalı. Yine de neden toplandıklarından net bir haberleri yoktu. Gerçek durumu çok sonra öğrendiler.  Aslında burası, gizli tutulan ve “Şimal (Kuzey) Yıldızı” kod adıyla bilinen bir harekâtın eğitim ünitelerinden biri sayılabilir. Şimal Yıldızı kodu, Kore Savaşı’na giden ilk Türk Tugayı ve onu takip eden değiştirme birliklerimizin gizli adıydı. 3. Değiştirme tugayı için 1952 yılında çeşitli bölgelerden seçilen farklı sınıflardan askerlerin, son eğitimleri verildikten sonra, İskenderun yerine İzmir limanından gemiyle Kore’ye hareket etmeleri planlanmıştı.

Bu sağlıklı subaylardan biri de 1949’da İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş olan, çiçeği burnunda asteğmen Dr. Cevdet’ti. Hayıt Kısığı’ndaki “revir” de neden özel eğitime alınmış oldukları konusunda o da tam bir bilgi sahibi değildi. Ancak bileşeni olduğu genişletilmiş sıhhiye takımı içindeki üstler ve astlar arasındaki güçlü saygı, sevgi ve duygusal algı düzeyi sıra dışı bir yarına hazırlandıklarının işaretiydi; bunu hissedebiliyordu. Ruhen o da bu yarına, ne olursa olsun, içsel bir bağlılık duyuyordu. Tıbbiye den mezun olduktan sonraki 2-3 yıl içinde Turgutlu (Kasaba) bölgesinde, Gediz boyunca yayılan bataklıklar ve köylerde gün boyu motosikleti ile dolaşarak Sıtma Savaş hekimi olarak görev yapmıştı. Her türlü olası zorluğa hazırdı. Tarafsız kalmış olsak da II. Dünya Savaşı sırasında ülkemiz, olası bir savaş nedeniyle büyük ekonomik sorunlar yaşamıştı. Bu yüzden 1946 yılı sıtma hastalığı açısından çok ciddi bir zirve yaşanmış, ardından diğer salgın hastalıklar gibi sıtma ile de topyekûn bir savaş için tüm genç hekimlerimiz ve ilgili personelimiz seferber edilmişti. Hayıt Kısığı’ndaki revirden aşağıdaki kargılık kıyıya bakarken gördüğü genç Okaliptüs ağaç koruları da bu dönemin eserlerindendi. Yerel yönetimlerin maddi gücü yetmediğinden kentlerdeki firmalar ve zengin kişiler maddi, halk ise ellerindeki kazma küreklerle her türlü emek vererek destek oluyorlardı.

Ast. Dr. Cevdet, revire sık sık ziyarete gelen, arkadaşı “Şekerci İsmet” ten fabrikasında imal edilen ve büyük teneke kutularda satılan kenarı tırtıklı bisküvilerden (Petit Beurre) tüm sıhhiye takımı ile paylaşabilecek kadar çok sipariş etmişti. Akşamüstleri çay ile sohbet seanslarında harika oluyordu. O gün de aralarına takım komutanı katılmıştı. Asteğmeni biraz düşünceli görünce ona ailesini sordu. O da “Eşimde hekim komutanım!” dedi. “Evet! Bir oğlum var. Daha 10 aylık. Adı Süleyman Bülent. Yakında, 10 Haziran’da bir yaşına girecek. Terhis mi? O da yakın komutanım. Hayırlısıyla Mayıs başı!” diye anlattı. Komutan garip bir şekilde ciddileşmişti.  Asteğmenin sözünü kesip, eğitim subayına sert bir sesle emretti; “Yarın tatbikata başlıyorsunuz. Hamlaşmayın. Zaten midem de çok ağrıyor bu ara. Şu aşağıdaki kargılıklar boyunca Urla’ya kadar tam teçhizat gidip, oradaki Malgaca İçmeleri’nden su alıp aynı yoldan döneceksiniz. Orada üç göz kaynak var. Kayadibi gözünden su alınacak. Mide sorunlarına çok iyi gelir!” Şaşırmışlardı. Takım komutanı arkasını dönüp giderken söylendi;

“Yol boyu batak, kargılık ve domuz yatağıdır. Silahlarınız dolu olsun! Şakası olmaz bu işin. Her an savaşa girecekmiş gibi hazırlanmalıyız!”