Azra Erhat’ın çok değerli yapıtının son kısmı unutulmazdır. Der ki “Ama asıl esin kaynağım sevgili ustam ve dostum Halikarnas Balıkçısı'dır. Yurdumuzun eşsiz değerlerine saygıyı ve sevgiyi o aşıladı bana.” Yıl 1972 idi ve Halikarnas Balıkçısı adıyla tanıdığımız Cevat Şakir Kabaağaçlı 13 Ekim 1973 de ömrünün son bölümünü geçirdiği İzmir’ de aramızdan ayrıldı. Dokuz yüz yetmişli yıllar, dünya için olduğu kadar, kişisel olarak benim de yaşamımın yönünü belirleyen yıllardır. Bir adım öncesinde neler olmuştu? Altmışlı yılların başındaki Küba krizi, nükleer III. Dünya Savaşı korkusu, İzmir dağlarından Atlas “atom” roketlerinin sökülüşünü ana – babaların çocuklarının küçük ellerini tutarak izlemesi, Vietnam Savaşı, Hippilerin aşk devrimi, 68 kalkışmaları, Hair Müzikali,   Sovyetlerin Çekoslovakya’da Dubçek’in özgürlük sloganlarına Varşova Paktı olarak 500 bin askerle ülkeyi işgal edişi, Sessiz ilkbahar (Silent Spring) kitabının okunması ve ABD kıyılarında bir petrol tankeri kazasında binlerce ton yakıtın kıyıları cehenneme çevirmesine tepki olarak küresel “çevrecilik / ekoloji” eylemlerinin başlaması vb. vb. Yaşananlardan ne öğrenilmişti? Bornova’ da, İzmir Maarif Koleji’nde (kısmen şimdiki BAL), lise ikide okuyorduk. Yıl 1970 ti ve o yıl hem ABD’ de liseyi bitirmek için AFS bursunu kazanmış, hem de Türkiye’ yi ilk Birleşmiş Milletler(B.M.) Dünya Gençlik Asamblesi’ nde temsil edeceklerden biri olarak seçilmiştim. On altı yaşındaydım ve her şeyi anladığımı sanıyordum. New York bambaşka bir dünyayı çarptı yüzüme. Yaşım tutmadığı için B.M. Genel sekreteri U’thant geçici velim olarak durumu kurtardı ve bu yüzden New York Times gazetesi bir röportaj yaptı. Ankara da TRT Televizyonu ilk deneme yayınlarına başlamıştı. Bu süreçte çok değerli insanlar tanıdım; çağlarında pek çok gelişmeyi yönlendiren insanlardı. On altı yaşında bir çocuğa söyleyecekleri çok şey vardı. Sonra bir gün bunlardan biri beni yanına çağırdı; Prof. Dr. Talat Halman. B.M. deki basın odasında karşısına aldı (o odada Cüneyt Arcayürek de vardı) ve bana yaptığı muhteşem Mevlana çevirilerinin bazılarını verdi. Sonra şu soruyu sordu; “ Eğitim komisyonundasın ve pek çok konuşmaya katılıyorsun, ancak siyasi önyargıların var. Sence iki binli yıllarda dünyanın karşılaşacağı en büyük sorun ne olacak?” Düşündüm ve biraz çekinerek “Komünistler mi?” diyebildim. Güldü. “Hayır” dedi. “O iş çoktan bitmiş olacak!” Sonra bana bir dosya verdi. İçinde, bir yıl kadar önce daktilo ile yazılmış, İngilizce bir rapor vardı ve adı “Başkana Rapor” du. “Bak!” dedi, “Bu rapor yeni yayınlanıyor. ABD’ nin istihbarat örgütleri tarafından hazırlanmış. Başkanları onlara, aynı soruyu sormuş. Bunu okumalısın, çünkü 2000 li yıllarda sizler burada anlatılan dünyada yaşıyor olacaksınız!” Uzunca bir rapordu. Can sıkıcıydı. Bildiğim hiçbir güncel tehlikeden söz etmiyordu. “Asit yağmurları”, “Çevre kokuşması”, “Suların kullanılamaz olacağı”, “Nehirlerin insanlığa yetmeyeceği”, “Katı yakıtların dünyayı nasıl kirletmekte olduğu” ve ne yazık ki dünyanın bunu umursamadığı ve hiçbir önlem al(a)madığı”  gibi futuristik şeylerden söz ediyordu. İlk okuduğumda pek inandığımı söyleyememe, ancak hiç unutmadım, çünkü yeterince korkmuştum. Özel nedenlerle ABD’ de kalmayıp yurda döndüm. Artık kendimce amaçlarım vardı. (Güzin ile Baha’nın muhteşem şarkısı) “Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan… Kovaladıkça kaçan, ateş böceğim misin?” örneği; yaşamıma kovaladığım ateş böcekleri girmişti. Bunu Talat Halman hocaya borçluyum. İzmir’ e döndüm. Son sınıfta (tüm geleneğe ve fen bölümünde okumama karşın) okulun kültür edebiyat kolu başkanı seçilmiştim. O okulda gerçekten katı ve mantıklı gelenekler vardı. Yıl 1971 olmuştu. Dinç Ağabey (Dinç Bilgin) yaşadıklarıma değerlendirmemi eklyip, insanlarla konuşup, gazetede (Yeni Asır) yazmamı söyledi. Bu bir başka öykü. O zamanlat yalnızca dolmakalem ile yazmak gibi bir takıntım vardı. O altın kalem ucu altın olmalı ve kâğıda yine altın gibi dayanıklı düşünceler ve bilgiler aktarmalıydı. O dünyada kağıt (bugünkü bilgisayarlar gibi) çok sabırlıydı, ancak zamanı geldiğinde safsata ile gerçeği birbirinden ayıracak olan kanıtları da korurdu.  5 Mayıs 1971’ de Halikarnas Balıkçısı konferans vermek için okulumuza geldi. Sanırım bu onun son konferansıdır. Konu “Anadolu uygarlığının” dünyadaki kaynak olma rolüydü. Sunum sonrasında kendisine teşekkür etmek için yanına gittim. Aramızda hoş bir konuşma geçti. Bu biraz sıra dışı olduğundan burada anlatmayacağım. Sonra bana birkaç sözcük verip (Örn. Kap / İngilizce Cup / okunuş Kap; Tas / Almanca Tasse ve antik Anadolu dillerinde Tassa  gibi) “Ne kadar ilginç değil mi? Bunların mutlaka araştırılması gerekir!” dedi. Bu örnekler bana yeni “ateş böceklerini” gösteriyordu. Öyle bir hastalık bulaştırdı ki, o günden sonra sürekli sözcüklerin kökeni peşinde koştum. Birini yakaladığımda pek çoğu başka yönlere uçuşuyordu. Ancak dünya gerçekten karanlıktı ve ateş böcekleri her zaman ışığın (sofia) öncüleri olarak kaldılar..   

Benim Anadolu’ m da o gün bugündür sürekli mavileşmiştir…