Yaşadığımız yerlerin sağlığımız, zihniyetimiz, tercihlerimiz, kültürümüz, davranışlarımız, toplumsal ve bilişsel yönlenmelerimiz üstünde ne denli etkili olduğu artık net bir şekilde biliniyor.

Bu etkileşimi “Coğrafya bir kaderdir!” deyimiyle kabullenmek de olası, yeni bir yurt arayışıyla yenmeye çalışmak da. Bu ikinci şıkkı günümüzde Avrupalı ya da Asyalı denen tüm Trans – Avrasya Halkları, Sarı Deniz’den Atlantik kıyılarına dek asırlarca süren kavimler göçünde göstermiş.

Her iki olasılık da günümüzde fiili olduğu kadar zihinsel, toplumsal, kültürel ve düşsel / sanal alemde de hala gerçekleşiyor. Uygarlık ve teknolojinin ulaştığı düzey bu tercihleri gitgide kolaylaştırıp, küreselleştiriyor. Dış göçler kadar, iç göçler de yoğun şekilde sürüp, toplumları ve bağımlı oldukları yaşam alanlarını şekillendirmeyi sürdürüyor.

Vourla’dan Urla’ya yaşanan dönüşüm de, Smyrna’dan İzmir’e, Aegeis’den Ege’ye ve Anatolia’dan Anadolu’ya dönüşümlere benzer bir şekillenmeye örnektir. Bundan ne bu coğrafyanın kaderini yaşamış olan eski, ne de buraları yeni yurt turmuş olan yeni halkların gocunmasına hiç gerek yok. Küresel tarihin en kaçınılmaz ve sonuçta yerel insan törelerinden yaygın insanlık kültürüne ulaşmanın en sık ve yaygın yaşanmış olan süreçleridir.

Vourla, bugünkü Urla’nın eski adlarından yalnızca biri, ancak büyük bir olasılıkla en geniş kabul gören, en doğru betimlemelerin başında geliyor. Bu yüzden güncel kullanımda olan Urla adında da bugün de yaşamaktadır. Rumca’da Vourla (Vourlo) saz, sazlık anlamında kullanılan bir sözcük ve anlam açısından bir “bataklığı” işaret ediyor. Espri gibi olacak ama gerçekten de bunun bir  “İnce saz mı?” olduğunu düşünmek önemli. Çünkü özellikle İzmir, Ege ve genelde Anadolu kıyılarında sık rastlanan “kalın gövdeli sazlar” ve “kamışlık” ya da “kargılık” denen benzeri bitki yayılışlarından oldukça farklı bir anlamı var. Vourla Rumca’da, Türkçe “Hasır Otları” ya da gövdesi genelde boş olduğundan “Kof / Gofalık” denen (Latince Juncus vb) incecik sazları tanımlamak için kullanılan bir ad. Diğerlerinin adları farklı.

Dünyamız giderek ısındığı için denizlerin suyu da giderek artıp, yükseliyor. Bu buzul çağlarının değişimine bağlı doğal bir değişim. Çünkü dünyadaki su miktarı aslında pek değişmiyor ve soğudukça dağlardaki buzulların artışına bağlı olarak denizlerin su hacmi azalıp düzeyleri alçalırken, ısındığında da tersi oluyor. Dönemsel olan bu değişime çevre biliminde (ekoloji) “su döngüsü” deniyor. Günümüzde modern bilimsel yöntemlerle buzul çağları ve su döngüsünün seyri milyonlarca yıl öncesine dek incelebiliyor. Ancak bu doğal dengeyi bozabilen üç çok önemli unsur var. İlki kozmik / gök olayları, ikincisi dünyadaki tektonik (kıtaların kayması), volkanik, depremsel olaylar ki bu ikisini engellemek olası değil. Bunlarla birlikte daha güvenli yaşamayı öğrenmek zorundayız. Üçüncüsü ise kabaca 18. YY sonundan (Sanayi devrimi!) beri giderek artan bir şekilde “insan eliyle yaratılan” ekolojik sorunlardır. Bu üçüncü olumsuz etki kaynağının da ne yazık ki son limitleri aşılmış durumda ve artık bedelini ödeme zamanı geldi (Bkz. Birleşmiş Milletler İklim Paneli raporları).

Bu süreç içinde, yaşadığımız alan son 18000 yıl içinde inanılmaz büyüklükte değişimlere uğramış. Yirmi bin yıl öncesine tarihlenen son buzul çağı zirvesi sırasında iyice alçalmış olan Akdeniz su düzeyi nedeniyle yalnız Urla, İzmir Körfezi, ırmak deltaları değil, tüm Ege Denizi “sazlık (Vourla)” olmuş. Günümüzdeki Türkiye – Yunanistan arasındaki kıyılar 100 – 150 m daha gerideymiş ve bataklığa dönüşmüş. Çok sayıda kumul, adalar ve sulak alan bitki çayırları ile bugünkünden çok farklı bir yaşam alanıymış. Doğal ısınmanın artışı ve suların yükselmesi ile zamanla günümüzdeki şekline benzemeye başlamış. Bir hipoteze göre, 9000 Yıl kadar önce bugün İstanbul Boğazı olan derin vadideki engellerin yıkılması ile Ege, Marmara ve Karadeniz birleşmiş. Bu da süreci çok hızlandıran bir etkiyle yaşam alanımızın yeri, suyu, havası, bitki ve hayvan örtüsü (flora ve fauna) ile burada yaşayan insanların her şeyini, öncelikle yaşam tarzlarını temelden değiştirmiş. Doğal olayları izleyen dış ve iç göçler ile savaşların başlattığı yıkımı hastalıklar ve salgınlar tamamlamış. Efes, Milet, Priene, Kaunos vb örneklerinde görüldüğü gibi geçmişin yüksek kültürlü uygar kentlerinin yaşamına son noktayı depremleri izleyen sıtma gibi bugün unutmuş olduğumuz hastalıklar koymuş.

“Vourla’dan Urla’ya” , bu “Dünya, İnsan, Sağlık ve Kültür” değişimi öyküsünün ilk durağıdır…