Göğün krallığında insanın tenine değen dört nesne vardır; dünya, ay, güneş ve yıldızlar. Sıralaması da ilk insanlar için böyleydi, ancak sonradan değişti. Maymun adam, balık adam, amip adam, bakteri adam, virüs adam; birbirinden türeyen tüm bu adamlar önce dünyayı tanıdı. Gün ve gece hep vardı. Yıldızlar kitleler halinde bazen durur, bazen kayardı. İnsan milyonlarca yıl karanlıkta yaşadı. Yuvaları topraktaydı. Sonuçta kendinin de sulak bir toprak olduğunu, ondan geldiğini ve ölünce yine ona dönüştüğünü anladı. Toprağı sevdi, çünkü toprak dünyanın ta kendisiydi. Bir gün maymun adam sevdikleri ölünce ortada bırakmayıp, özenle toprağa gömmeyi seçti. O gün ayrılık acısı canına yetmişti.  Karanlık ininde, yaşadığı yeri kazıp sevdiklerini sakladı. Üstlerine, tüm yiğitliğiyle dışarı çıkıp topladığı çiçekleri serdi. Zamanı geldiğinde, yanlarına gideceğini bir daha hiç unutmadı. Tüm diğer küçük ve kırılgan, alıcı, yırtıcılar gibi, gün boyu mağara oyuklarında, inlerde saklanıp uyur, geceleri avlanırdı. Çünkü yeryüzü, her zaman güneşin altında, dev canavarların krallığı olarak kalacaktı. O canavarların efsanevi kralı güneş, insanlarınki aydı. Ay insanın ilk ilahıydı. Zamanı önce ayla saydı. Aklı, duyularını, korkularını, açlığını, üreme içgüdüsünü aşıp düşünmeye başladığında, ay insanın dedesi, Ay Dede oldu; güneş ayın oğluydu. Düş görmeye başlamıştı. Ay Dede korur, saklar, sakınır, güneş ise, doğduğunda kaçınılmaz otorite ve yargılanmayı getirirdi. Doğanın adaleti her zaman acımasız ve kayırmasızdır. Aysız geceler korkunç, dolunay çılgın, yeni ay umut vericiydi. Yeni Ay’da dilek tutmak işte bu yüzden, ta o zamanlar başladı. Babilliler bunu Enuma eliş’te yazıp, anlattı. İnsanın güneşle dostluğu ilk ateşi yer altındaki inine almasıyla başladı. O ilk ateşle mağarasının tavanı gökyüzü, çevresi dolunay, yemeği sıcak, kışı yaz olmaya başlamıştı. Bu yüzden o ilk ateşin gün göğünden, güneşten bir armağan olduğuna inandı. Kanı güneşe ısınınca adeta kaynıyordu. Karanlığı aydınlıkla yönetmek çok keyifliydi. Daha az uyuyup, daha çok yaşamaya başladı. Artık ilk ilahı Ay Dede’nin tahtını oğlu güneşe bırakacağı belli olmuştu. Böylece dünyanın ilk hanedanlığı, bir dünya mağarasında kuruldu. Güneş daha doğru olduğu savıyla, ayın elinden takvimi bile aldı, başına da Öd (zaman) Han’ı korucu dikti.

Karanlıkta koruyan yoldaş aydır. Güneş yoldaş değil, kendi yargısını kurup yaşatan bir güçtür ve armağanı olan ateş de o gücün simgesi, bir silahtır aslında. İnsan yer altında yaşarken aya, yer yüzüne çıkınca güneşe taptı ve ölülerinden uzaklaştı. Bazı insanlar güneşe saygı duyup, boyun eğip, yargısına uysalar da, asla sevip aşık olamazlar. Çünkü güneşe, ayın yüzüne baktığın gibi bakamazsın. Ezikliğini kabullenip, başını yere eğmen gerek aksi halde gözlerini kör eder. Ay ışığında sere serpe dolaştığın gibi, güneşin altında dolanamazsın, kanını kurutup yakar, çöl kumuna çevirir tüm varlıkları. Güneş altında nasıl yaşanacağını belirleyen kurallar vardır ve bunlara da uygarlık denir. Sümer ilahları bu kuralları “Me” denen şeylerle ve tabletlerle aktarmış güneşe tapan kent toplumlarına. Yeryüzünün güneş kralları sıradan insanlar sırları öğrenmesin diye tapınaklarda saklamış. İşte İnanna’nın yeryüzü kralı atanan babası ilah Enki’den, çalarak tüm insanlara vermeye çalıştığı sırlar bunlardır. Sümer ay ilahı Nanna, efsanelerde, güneş ilahı Utu’nun babasıdır. Nanna koruyuculuğu ve bilgeliği, Utu acımasız uygarlık yargısını simgeler. Attila’ya göre, ilk Ay Korucusu bu yüzden inanna’dır. Tüm Ay Korucularının kökeni de o ve yoldaşlarına dayanır.

Ay hükmünde, mağaralarda lider dişiyken, güneşe çıkınca eril olmuş. Avcı toplayıcıların öncüleri yürürken, kadın erkek karışıkmış, ancak insan tarıma geçince sabana önce erkek koşulmuş. Yeri er kazmış, kayaları o ufalamış, taşları o kesip taşımış, yaban domuzlarıyla o boğuşmuş, komşu tarlayla o savaşmış ve sonunda güneşin yeryüzündeki gölgesi olmaya başlamış. Kadınları gün tapınaklarına koyup, ilahlara adamışlar. Melerde söz edilen ilk taht, taç ve asayı ilk o eline alan er olmuş. İlk zırhı ve ilk kılıcı o kuşandı. İlk sınırları o çizip, ilk surları o inşa etti. Sonra güneşin seçkin gölgeleri oldular. Sümer Meleri bunları anlatıyorsa, İnanna ve Ay Korucularının başka bir çaresi kalmamıştı. Onlar daha farklı, daha özgür ve daha adil bir uygarlık dilemişlerdi her yeni ayda. Bu dilekleri duyan ay ilahı Nanna’nın ilk tapınaktaki heykelinin bilgeliği simgeleyen uzun saçları ve sakalları da Lacivert Taşı’ndanmış; tıpkı Eridu’nun Janna (cennet) bahçesindeki ağaç gibi.          

Yol boyunca Güleda’ya bunları anlattım. Köne(eski) Urgenç harabelerine yaklaştığımızda gülerek “Toprak dünya, ay koruyucu ve güneş ateştir bunu anladım, İnanna ne oluyor bu simgeler katarında?” Hemen yapıştırdım; “Adının anlamı yıldız! İştar, Astarte, Star, Sitare gibi. Yıldız insanların amaç, umut ve hayalleriyle ilgilidir!“

“Yeni ayın önünde, koruyucudur!”