“İnsan belleğinin sakatlığı unutmaktır” özdeyişi çok doğrudur. Ancak ‘Eğer unutamasaydı insan aklı tüm yaşananlara dayanabilir miydi?’ diye de sormak gerekir. Egeli Arzava halkı da, tüm diğerleri gibi birkaç yüz yıl sonra unutulur. Hadi onlar yalnızca yerel bir halktı diyelim. Çağdaşları Hitit İmparatorluğu da, zamanında Mısır ile eski dünyanın liderliğine yarışan bir devletken, tüm kültürü, dili, binlerce yazılı tableti, kentleri ve eserleri ile birlikte geçmişin karanlığına gömülür. Adı tüm kadim kaynaklarda geçmesine karşın, 19 YY a kadar bir destan, masal unsuru gibi kalır; tıpkı dünyaca ünlü Viluşa /(Truva) gibi. İşte benzer şekilde, yine dünyaca ünlü Amazonlar, Ana Tanrıça Kültü ve ilişkili anılar da mitlere, masallara karışır. Unutulan pek çok farklı ya da benzer unsurla karışıp, kendi zamanlarında yapılan çağdaş yorumlarla kökenleri nerdeyse tanınamaz hale gelir. Tarih folklora, yaşam öyküleri olumlu, olumsuz abartılarla inanması güç masallara dönüşür. Ancak kadının toplumsal yaşamdaki etkin rolü tüm baskılara karşın, gücünden hiçbir şey yitirmez. Güzel, etkileyici ve unutulmaz olan da aslında budur işte. İnsan akıl çağına yaklaştıkça, “Gerçeklerin bir şekilde ortaya çıkmak gibi bir alışkanlığı vardır.”

Başta Eğe, tüm Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında, tunç çağında yoğun bir kolonileşme yaşanmaktadır. Bu gelişme, tüccar ya da savaşçı göçmenlerin, istilacı ve korsanların özellikle deniz yoluyla sürdürdükleri bir akındır. Oyuncular ve roller değişse de, sonuçlar benzerdir. Kültürler, diller, töreler, insanlar asimile olmaktadır. Her açıdan zengin bir karışım, metallerin birbiri içinde erimesi gibi bir amalgam, küresel etkili bir Akdeniz Kültürü ortaya çıkmaktadır. Amazonlar kavramı da bu değişim, başkalaşım çağında payına düşeni alarak, kökenlerinden uzaklaşmaktadır. Güçlü anaerkil toplumlar, Ana Tanrıça kültlerinin son örnekleri Batı Anadolu krallıkları haline gelen Lidya ve Frigler örnekleriyle sona ermekte, tarihleri, giderek gelişen mitoloji içinde saydamlığını yitirmektedir. Aslında Ana Tanrıça kavramı ve onun otonom, özgün takipçileri tüm halkların kadim geçmişinde var olan bir insanlık mirasıdır. Yerini toplumsal yönetim modellerine bağlı olarak, ata erkil sistemlere bırakmaktadır. Bu küreselliği nedeniyle tüm bu kavramların birbirinden oluştuğu düşünülmüştür. Yani, Mezopotamya (Sümer vb), Çinden, Sibirya, Orta Asya, Avrupa’ya, Afrika ve tüm diğer kıtalara zincir halinde birbirini izleyen ana tanrıçalar ve kültleri söz konusudur. Örnek olarak Sümer İnanna’sı ve Çin Nüvea’sı bu zincirin ilk (arketip) halkalarındandır. Ancak Amazon kavram ve kimliğinin doğru tanımlanabilmesi için (ses benzerliği nedeniyle aynı ya da eşdeğer sayılan) Lidyalı Kibele ve Frigyalı Kubaba arasındaki, simgeledikleri anlam farklılıklarına bakmamız gerekiyor. Bu noktadan başlayıp, geriye (Mezopotamya, Mısır vb) ve ileriye (Yunan, Roma vb) doğru giderek Amazonların kaynaklandıkları kültü doğru anlamamız olasıdır.

Kubaba bir kent ana tanrıçasıdır, Kibele ise doğa. Her ikisinin de gizemli kültleri, altarları, tapınakları, rahibeleri ve gözü kara takipçileri vardır. Kibele (Hititlerin de üstlendiği), Etiler ve diğer Anadolu halklarının Toprak Ana’sı, onun kutsal su kaynakları, ormanları, yaban yaşam alanları ve alanlardaki her tür canlının odak noktasıdır. Kent devletleri ile başlayıp giderek günümüzdeki şehir dokuları ve toplumsal yapıya dönüşen kültürel örgü ile betonlaşmaya aykırı bir ideolojidir. Doğadaki her varlığın ruhunu ve bu ruhlar arasındaki sınırsız iletişimi ve sonsuz bir devinimi esas alarak korur ve zarar verenleri yargılayıp, cezalandırır. Amazonların ormanlar, dağlar, derin vadilerdeki, kentlerden uzak yaşam alanları bu yüzden kent toplumları için korkutucudur. İstilacı yabancılara karşı bu alanları ölümüne korurlar, çünkü bu onların tıpkı yaban hayvanları ve bitkilerindeki gibi, kimliklerini oluşturan doğal bir savunma içgüdüsüdür. Sümer tanrıçası İnanna’nın (İştar vb) babasından çalıp Uruk’a getirdiği Me tabletlerindeki (ki bunlarda kentsel uygarlaşmanın Anunnaki gibi yaratıklarca emanet edilmiş sırları vardır) bilgiler hiç umurlarında değildir. Kubaba ise tam bir kent tanrıçasıdır. Amazonlar gibi rahibeleri değil, hadım (eunuch) rahipleri vardır. Bu yüzden Lidya başkenti Sart’ta ki Kibele tapınağının Frigler ya da Perssler tarafından yerle bir edildiğinden söz edilir. Çünkü onları yollarından çevirmek olanaksızdı; yok edilmeliydiler. İzmir Kadife (Tilki) Kale’deki kadın yüzü rölyefi bu yüzden bir Amazon olamaz. O İskender ’in generallerinden Lysimachus’un kızı ve Yeni İzmir’e adı verilen Urlice (Euridice) dir. İzmir’e ve çevresindeki pek çok yere adlarını verdiği söylenen başta Amazon kraliçesi Mirina ve yoldaşlarının destanlarını bu kapsamda ele almamız gerekiyor. Sonuçta şirret, hırslı, entrikacı ve oyalı boyalı hatunlar Amazonlar sanılmışsa da, aslında yalnızca İskender mirası için acımasızca savaşan saray kadınlarıdır.

En başta da İskender’in annesi gelir.