Bilgi, yolun ana yemeği bilinç ise yemeğin üzerine içmek için güzelce demlenmiş bir bardak çay gibidir… Bilinçsiz kullanılan bilgi, aç karnına içilen çay gibidir… Ne tadı vardır ne de zevki…
Yıllardır sürekli okuyorum… Sürekli öğreniyorum… Kitaplar, eğitimler, seminerler… Kuranın ilk emri oku, ikincisi yaz misali önce öğreniyorum sonra yazarak ya da konuşarak öğrendiklerimi aktarmaya çalışıyorum… Bildiklerimi öğretmek, bilmediklerimi öğrenmek hayat amacım oldu… Hatta mesleğimi soranlara “okur, yazarım” diyorum “bir de konuşurum…”
Belki meslek hastalığı belki de karakteristik özellik sürekli soruyor ve sorguluyorum… Her yeni öğrendiğim bilginin, bir önce öğrendiğim bilgi ile bütünleştiğini görmek daha da heveslendiriyor…
Din, siyaset, ekonomi, kimya, fizik, matematik, sanat, spor, anatomi, psikoloji vs hepsi bir nokta da birleşip bütünü oluştururken, o oluşan bütünün görkemi gözlerimi kamaştırıyor… Yeni bilgiler edinmek için heveslendiriyor…
Başlarda sadece kendi bilgi açlığımızı doyurmak için yaşadığınız bu durum, bir süre sonra çevre ile olan iletişimimizi etkiliyor… Onca bilgi içinde, bilgisizlik ve toplum kurallarımız arasında sıkışıp kalıyoruz…
Öyle sınırlar çizilmiş ki sorgulamadığımız… Herkesin iyisi de kötüsü de, doğrusu da yanlışı da bir… Sekmez, yanılmaz, yıkılmaz kurallar bütünü olarak beynimize zerk edilmiş ve bir nevi başkasının beyni ile farkında olmadan ezbere aynı hayatı yaşar olmuşuz… FARKINDA OLMADAN AYNI HAYATI YAŞIYORUZ…
Oysa dünya üzerinde var olan herkesin parmak izi gibi beyin kıvrımları da farklı… Bu yüzden hepimiz bir olay karşısında farklı düşünüyor ve farklı hissediyoruz… Bu kadar farklı iken bu denli aynı yaşamak için çaba vermek ne kadar mantıklı? Üstelik aynı insan, aynı olayı farklı zamanlarda yaşadığı zaman verdiği tepkiler de o günün şartlarına göre farklı olurken niye hepimiz aynı doğru ve aynı yanlışı savunuyoruz? Zihnimize yüklenen doğru ve yanlış aslında kimin doğrusu? Kimin yanlışı? Gerçekten bizim mi?
Madem DNA’m, parmak izim ve beyin kıvrımlarım farklı iken niye olaylara ve insanlara bakış açım aynı olmak zorunda? Kimseye zarar vermiyorsam; çevremin şahsıma duyduğu ve benim onlara gösterdiğim saygıyı yitirmiyorsam, niye aynı düşünüp, aynı konuşup, aynı davranmak ve daha ötesi aynı yaşamak zorundayım ki?
Tüm bunların birleştiği noktada herkes, herkes iken siz yolda iseniz işler biraz sarpa sarıyor… İnsanların söylemediklerini ya da söylemek istemediklerini bakışlarından, duruşundan, yaydıkları enerjiden anlayabiliyorsunuz… E yaş olmuş, kaç olmuş, ergen de değilsiniz; kavga edip, kendi doğrunuzu kabul ettirmek için inatlaşmak yerine “he” deyip geçiyorsunuz ama zihinde bir yer var işte orası susmuyor… “Anlatabildiğin kadar anlat, ulaşabildiğin kadar insana ulaş” diyor sürekli…
Hissettiklerim ya da düşündüklerim için kurduğum bir cümleyi, karşımdaki insana bir paragraf ile açıklamak zorunda kaldığım ve buna rağmen anlatamadığımı anladığım an, “yazmalısın kızım” dedim kendime…
Yazıyorum çünkü sosyal hayatta anlatamadıklarım var…