Ayla Hanım, 84 yaşında devletin üst kademelerinden emekli bir hanımefendi…

Bizim “Acaba nasıl yıllardı?” diye düşündüğümüz ama hayalini bile kuramadığımız zamanların kadını… Üstelik hukuk mezunu… Bizim kitaplardan okuduğumuz o dönemleri, üniversite mezunu, asil bir cumhuriyet kadını olarak yaşamış… Bugün, yaşına rağmen hala sporunu yapan, giyimine dikkat eden; o asil Türkçesi ile “Bir cümle kursun da, ben de bir şey öğreneyim” diye ağzının içine bakılan bir kadın… Çok sevdiği bir akrabası ile yaşadığı tartışma sonucu hayata küsmüş olarak geldi bana… Yeni hedeflere ihtiyacı vardı…

Öyle bodoslama da değil… Oturmuş bizim sektörü araştırmış, İstanbul’a kadar ulaşmış, oradan bana yönlendirmişler hanımefendiyi… Öyle de bilinçli, öyle de farkındalığı yüksek…

On, on beş günlük aralar ile takribi iki buçuk ay çalıştık… Ayla Hanım ile danışmanlık görüşmelerimiz sırasında sadece frekans dengelemedik, yeri geldi kahkahalar attık, yeri geldi birlikte ağladık… Kendi hayatlarımızdan deneyimlerimizi paylaştık sonrasında danışan ve danışman olarak yollarımızı ayırmış olsak dahi dostluğumuz baki kaldı çok şükür…

Geçtiğimiz Pazar günü aradı Ayla Hanım… O kibar Türkçesi, naif ses tonu ile “Çiğdem Hanımcığım, takribi bir ay oldu sizinle görüşmedik… Merak ettim sizi, bir hatırınızı sormak istedim…” dedi…

İşte yüreğimi ısıtan, beni kendime getiren o diyalog…

“İşin aslı ben de sizi çok merak ettim ama hayatımda bazı değişimler oldu… Onlara ayak uydurmaya çalışırken, arayamadım sizi…”

“Hayr olsun? Ne oldu?”

“Eşim ile ayrıldık, Ayla Hanım…”

Kısa bir sessizlik sonrası yürekten dolu dolu gelen, o muhteşem cevabı verdi Ayla Hanım…

“Ama çok güzel yaşadınız…”

41 yıllık hayatımda birçok ayrılığa şahit olmuş biri olarak, hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir ayrılık yorumu duydum… O dört kelimeden oluşan cümle; içinde mutluluk, huzur, şükür, imrenme, takdir ve benzeri birçok güzel duyguyu barındırıyordu…

Bu cümlenin aksine bizim Türk toplumunda, ayrılık sonrası iki tarafın birbirini suçlaması ve her iki tarafın yandaşlarının diğer tarafı suçlaması adettendir… Hiç kimse yaşanan güzel günlere şükür ve teşekkür etmez… Herkes bir suçlu arar ayrılığa… Oysa Ayla Hanım’ın dediği gibi çok güzel yaşanmıştır birçok şey, nice güzel anılar bırakılmıştır gelecek güzel günlere hatırlansın diye… Bunlar görünmez, hatırlanmaz da herkes suçu başkasına atarak kendi sorumluluğundan kaçmaya çalışır…

Sadece bununla kalmadı Ayla Hanım, telefon konuşmamız sırasında beni şaşırtmaya devam etti…

“Hadi beni bırakalım, siz nasılsınız?” dediğim de geldi asıl cevap…

“Çiğdem Hanımcığım, aslında biz sizinle ilk görüşmeye başladığımız da ben ölmek istiyordum… Hatta bunun için çeşitli planlar yapıyordum ama sizinle olan sohbetlerimiz, frekanslarınız, anlattığınız o komik hikâyeler derken ben yeniden hayata bağlandım… O sorun yaşadığım akrabam ile de aramız düzeldi çok şükür… Mesafeliyiz ama olsun en azından birbirimizi sevdiğimizi biliyoruz artık… Bir süredir yazlıktayım, burada yeni insanlar ile tanıştım, dostlar edindim… Hafta da bir gün, iki buçuk saat zoom üzerinden eğitim alıyorum… Kendi özümü, gerçek kimliğimi bulmaya çalışıyor ve hayat amacımı arıyorum…” dedi…

Hanımlar, beyler yanlış anlaşılmasın! Bahsettiğimiz kadın 84 yaşında!

O, birçok insanın “Hayat bitti artık” dediği yaşta… Büyük bir cesaret ile yaşıtlarının aksine ölümü beklemek yerine; onun sandığı ama ona ait olmayan “el âlem ne der” ler yüzünden, karakterinin üzerine ördüğü kabuktan kurtulup, ruhunun bir yerinde sıkışıp kalan gerçek benliğini ve hayat amacını arıyor artık…

Biz ve bizim gibi ayrılık kararı alan çiftler; Ayla Hanım gibi “el âlem ne der” kabuğundan ve farkında olmadığımız dış etkenlerden kurtulabilseydik belki de hayat bizlere de bambaşka olacaktı…