Sanayi devrimi döneminde, işçiler gece gündüz çalıştıkları için en kıymet verdikleri zaman dilimi öğle yemeği molası imiş… Az da olsa soluk aldıkları, karınlarını doyurdukları, laflayabildikleri kısacık bir süre…

İngiltere’de büyük bir fabrikada çalışan işçiler, yanlarında getirdikleri yemekleri açıp sohbet ederek karınlarını doyururken bir işçi her gün çantasındaki yemeğe söylenirmiş… “off yine patates, peynir, kuru ekmek…”

Aylarca süren bu durum artık çalışma arkadaşlarını bezdirmiş ve bir gün bir mesai arkadaşı “yeter ama dostum, madem bu kadar şikâyetçisin yemeğinden, eşine söyle de başka bir yemek koysun çantana… Biz de senin şu serzenişinden kurtulalım artık…” deyince; adam “ben evli değilim ki, her sabah yemeğimi kendim hazırlarım…” cevabını vermiş…

Hayatta çoğu zaman bir şeylerden şikâyet ediyoruz ama bu durumu değiştirmek için hiçbir şey yapmıyoruz… Çünkü şikâyet; değişim ve değişimin getirdiği sorumlukları üstlenmekten psikolojik olarak kaçınmanın bir yoludur…

Hatta yaşı kaç olur ise olsun, bazı insanların hayatı hep sorunlar ile geçmiştir… “Hiç gün yüzü görmedim” derler ya işte o misal… Ben karanlığın kendisiyim” diyenler bile var ama onların da atladığı bir durum var…

Ne kadar karanlık olur ise olsun ay ve yıldızlar geceyi mutlaka aydınlatır… Elektriği olmayan bir binaya, gece girsek beynimiz en çok gözler için çalışmaya başlar ve kısa bir süre sonra zifiri karanlıkta dahi görebiliriz… Yani her daim, karanlıktan çıkmanın bir yolu vardır, elbette sen gözlerini sıkı sıkı kapamadıysan…

Lakin var ise tembellik ve korku zihnimizde, yaşadığımız sorunları, gelip başkası çözsün diye şikâyet ederiz… Olur da çözüm sürecinde bir sorun yaşanırsa, bunun sorumluluğu bizden bilimesin diye söylenir dururuz…

Üstelik şikâyet ettiğimizde, kendimizi rahatlamış da hissederiz… (Ki bu rahatlık oldukça kısa sürer…)

Özgüveni tam olan insanlar her daim eylem içindeyken, özgüven eksikliği yaşayan ve harekete geçme cesareti olmayan insanlar şikâyet ederler…

Başkalarını suçlamak, kendilerini daha değerli hissetmelerine de vesile olur… (Tabi yine o da kısa bir süre için…)

İstediğimiz hayatı yaşamak mümkünken, istemediğimiz hayattan şikâyet ederek yaşamayı tercih etmek de çok şey anlatır bize… Kendi potansiyelimize ve evrensel sisteme güvenmemek, başarısız olmaktan korkmak, hatta belki de mutlu olmaktan korkmak gibi…

Çözmemiz gereken sorunlarımız her zaman olacaktır… Önemli olan ne istemediğimize değil, ne istediğimize odaklanmamız gerektiği ama neye odaklanırsan onu görürsün ya biz hep soruna odaklanıyoruz… Böyle alışmışız…

Yeniden, gerekirse sıfırdan başlamak için hayatında düğüm olmuş her şeyi kesip atman gerekebilir… Zira yeniden inşa etmek için önce yıkmak gerekir ve hep hatırla sıfır eksiden her zaman büyüktür…

Mücadele etmenin bir diğer zorluğu, belki de sonucun belirsizliğidir… Ki itiraf etmeliyim belirsizlik herkesi korkutur… Belirsizlikte risk vardır, cesareti olmayan insanlar ise her zaman riskten kaçarlar… Bu yüzden de, sonunu bilmediğin bir mücadeledense sonucunu bildiğin bir mücadelesizliğin neticesi olan mutsuzluğu tercih etmek daha kolay gelir… Zira mutsuzluk tanıdığı, bildiği, alışkın olduğu bir duygudur…

Oysa ne güzel söylenmiştir La Fontaine; “Hiçbir zafere çiçekli yoldan gidilmez!..”

 

Not; yazımızda Hakan Mengüç’ün Her şey vaktini bekler isimli kitabından alıntılar bulunmaktadır…