Bu yazıyı yazmadan önce Hatay’dan bir arkadaşım ile konuştum…

Diyor ki, “Evlerimizde hala elektrik, su yok… Şehir merkezine inemiyoruz… Paramız var ama harcayamıyoruz… Parası olmayanın hali ise daha berbat, geçen gün yardım sırasında gözümün önünde bir babayı ‘Sana daha dün bebek maması verdik, bırak o mamayı’ diye azarladılar… Şu an ülkenin her hangi bir yerine gidip rahatlıkla hayatımı sürdürebilirim ama ben vatan haini değilim… Kendi canımı düşünüp, geride yok olmuş bir şehir ve o şehrin muhtaç insanlarını bırakıp hiçbir yere kaçmayacağım…”

**

Depremden birkaç gün sonra deprem bölgesinden biri bebek, ikisi çocuk olmak üzere 10 kişilik bir aileyi Urla’daki evimize davet ettik… İlk geldiklerinde zihinlerinde hala deprem oluyordu… Belki de hiç bitmeyecek bir deprem… O gün biraz tanışma, biraz da onları anlayabilmek için yaptığımız sohbet, hafızamda belki de hiç unutulmayacak anılar arasına girdi…

-“Belki, her şey unutulur ama göçük altında kalan insanların yardım edin çığlıkları, beynimizde sürekli uğultu halinde…”

İtiraf etmeliyim ki, her ne kadar deprem sırasında orada olmamış olsam da, belki de çok içten söylendiği için 15 gündür bu cümle hiç aklımdan çıkmadı…

Sohbetimiz sırasında gelen telefon ise onları yeniden gözyaşlarına boğdu… Yakınlarından ölüm haberi aldıklarını düşünüp onları sakinleştirmeye çalışırken neye ağladıklarını öğrendiğimde ise ne diyeceğimi bilemedim…

Bize haberlerde, hala arama kurtarma çalışmaları devam ediyor diye anlatılırken, onlara bölgedeki tanıdıklarından gelen telefonda “Enkaz çalışmaları başladı, kepçeler enkazları kaldırıyor… Her yerde, bedenden ayrılmış insan kolları bacakları var…” diye anlatmış telefondaki kişi…

Sustum… Ki, zaten söylenecek bir söz de yoktu…

Sohbet sonrası eve gitmek üzere yola çıkmadan önce mahalle muhtarımızı arayıp deprem bölgesinden misafirlerimiz olduğunu, bu durumda uygulanması gereken herhangi bir prosedür olup olmadığını sordum… Muhtarımız ise kayıt yapılması gerektiğini söyleyerek “Ben, size gelip kayıt işlemini yaparım” dedi…

Kayıt işlemi yapıldıktan sonra gıdadan, tekstile, doktorundan, bebek bezine tüm ihtiyaçları karşılanmaya başlandı… Bizler o ilk günün sersemliğinde iken yanımızda olan ve hala her ihtiyacımızda sabır ve sevgi ile desteğe devam eden önceki dönem Belediye Başkanımız Sibel Uyar, Denizli Mahalle Muhtarı Emre Erdoğan, İş İnsanı Tolga Uysal ve Urla Belediyesi Personeline ne kadar teşekkür etsek az gelir… Öyle ki, yaptıkları maddi ve manevi destek teşekkür ile ödenemez… Yaralar bir şekilde sarılmaya çalışıyor, da sonra?...

İki farklı kültürde yetişmiş, iki farklı hayat felsefesi olan aileler bir şekilde MİLLET AYAKTA KALABİLSİN diye, bir arada hayatını idame ettirmeye çalışıyor, deprem bölgesindeki insanlar ise hayatta kalma savaşı veriyor olsa da bizleri bekleyen bambaşka sıkıntılar var…

Örneğin geçen hafta annesi, babası, eşi olmayan; hayatta tek başına dimdik yaşamaya çalışan bir kadın arkadaşım Urla’da çalıştığı peyzaj firmasından “Biz depremzede çalıştıracağız o yüzden seni işten çıkarıyoruz” gibi bir sebep ile ekmeğinden edildi…

Zaten ülkenin bir bölümü deli gibi para harcayıp, diğer bölümü aç kalmamak için zihinsel bir savaştayken şimdi işin boyutu bambaşka bir hal almaya başladı… Ülkenin doğusunda yaşanan deprem, ülkenin diğer bölgelerindeki ticareti bıçak gibi kesti…  Devletin, insanları birbirine kırdırmadan bu duruma acil çözüm bulması gerekir… Zira bu tarz durumlarda pozitif ayrımcılık merhamet, vicdan işidir ama dengeyi de bozmadan yapılması gerekir…

Zira bir mağduru, hayata bağlamaya çalışırken başka birini mağdur edip hayata küstürmek akıl karı değildir…

Not: Bu haftaki yazımda bütünlük olmadığını farkındayım lakin iki haftadır şahit olduklarımın zihnimde ve psikolojimde bıraktığı izleri böylesi kısa satırlara sığdırmak imkânsız… Saniyeler arasında öfkeden, merhamete nice duygu geçişleri yaşıyorum…