Mevlana’nın Mesnevisi’nde nice güzel hikâye vardır… Bunlardan biri de, bir tüccar ve papağanının hikâyesidir…

Vakti zamanında tüccar, güzel mi güzel bir papağan beslemektedir… Bu tüccar papağanını çok sever ve önemsermiş… O rahat etsin diye ihtişamlı bir kafes yaptırmış…

Hikâyemizin başrolü, bir gün mal almak için Hindistan’a gitmeye niyetlenmiş… Yola çıkmadan önce evdeki herkese tek tek “Oradan senin için ne getirmemi istersin?” diye sormuş… Herkes isteklerini söylemiş… Sıra papağana gelmiş… “Senin memleketine gidiyorum, peki sen oradan ne istersin?” diye sormuş… Papağan ise “Benim vatanımda benim gibi bir sürü papağan var… Onlar özgürce yaşıyor… Onlara de ki, benim bir papağınım var, onu kafeste besliyorum… Ona çok iyi bakıyorum ama o yine mutsuz… Onun mutlu olması için ona ne önerirsiniz? Sen böyle sor, onlar sana cevap verecektir…” der…

Adam Hindistan’a varmış, kendi işlerini halletmiş… Ardından çarşıya çıkıp tek tek hane halkının hediyelerini almış… Seyahatinin son gününde de papağanlar diyarına gitmiş… İlk gördüğü papağana, kendi papağının mesajını iletmiş… Söylenenleri duyan papağan donakalmış ve yere düşüp ölmüş…

Adam o an ne yapacağını bilememiş… Papağanının, duyduklarını duyunca üzüntüden öldüğünü düşünmüş ve maalesef kendi papağanı için hiçbir şey alamamış…

Uzun süren yolculuk sonrası tüccar evine dönmüş… Tek tek aile üyelerinin hediyelerini dağıtmış… Kafesteki papağan ise heyecan ve merak ile sıranın kendisine gelmesini bekliyormuş… Adam papağanının kafesine yaklaşıp, yaşadıklarını anlatmış… Adamın anlattıklarını duyan papağan bir an da hareketsizleşmiş… Bayılmış oracıkta…

Kısa sürede ikinci defa aynı olayı yaşayan tüccar kendi papağanının öldüğünü zannedip çok üzülmüş… Kuşu, nazikçe kafesinden çıkarıp pencerenin kenarına yerleştirirken, pencerede özgülüğü hisseden papağan bir an da canlanmış… Sahibinin elinden kaçıp bir ağaç dalına konuvermiş…

Adam şaşkın, papağan mutlu… Ve dile gelmiş papağan…

“Hindistan’daki papağan yaptığı davranış ile bana ders verdi… Hal dili ile bana ‘Seni sesin esarete düşürmüş… Ancak kendini ölü gibi gösterirsen mutlu ve özgür olabilirsin… Bu esaretten ancak o zaman kurtulabilirsin’ diyerek yol gösterdi…”

Aslında papağandan farklı değil halimiz şu hayatta… Bizi esarete düşüren kendi içsel sesimiz, zihnimizde hiç susmayan o diğer biz…

Sukut halinde bir zihin ile kendine “Başarırsın, yapabilirsin, iyisin, güzelsin vb” sözler söyleyerek, kendini motive eden her insan; kendi zihninde, kendini kötüleyen diğer insanlardan çok daha sağlıklı, mutlu, özgür ve başarılı…

Bir de temiz, sakin bir zihin için kullanılması gereken “ama” kelimesi var…  Öyle ki, ama kelimesi kendinden önceki her cümleyi anlamsız kılar… Örneğin “Seni seviyorum ama ayrılmamız lazım” cümlesinde… Sonuç ayrılık olduğu için “ama” kelimesinden önce gelen sevme fiili anlamını yitirir… Oysaki, “bugün başaramadım ama bir sonrakinde daha iyi olacak” cümlesindeki “ama” tam bir motivasyon kelimesidir…

Demem o ki; 12 yıl önce bu gazetede yayımlanan ilk yazımı ve kendimi hatırlıyorum da…  Yorgun, mutsuz, ruhen ve bedenen hasta ve kendi geçimini dahi idame ettiremeyen genç bir kadındım… Hikâyedeki papağan misali kendi zihnimin olumsuz cümlelerinde esir olmuştum… Sonra sizlere yazmaya başladım… Yazabilmem için her daim yeni bilgiler öğrenmem gerektiğini fark ettim… Öğrendiğim her yeni bilgi ile zihin sesim sakinleşti ve bugün gazetemizin 500. baskısında özgür, mutlu, bereketli, huzurlu ve sağlıklı bir kadın var…

Bu sebep ile 500 baskıdır bizi yalnız bırakmayan ve gelişip, dönüşmemize vesile olan siz okurlarımıza çok teşekkür ederim…

Bu halimizden, daha iyi halimizi birlikte okumak ümidi ile nice 500 baskılara…