Zaten iri olan gözleri yaşadığı öfke ile daha da büyümüştü…

 

Üzerime doğru eğilmiş, ellerini sallayarak “Beni çocuk mu sanıyorsun sen” diye bağırıyordu…

 

Farkındaydım… Hissettiği asabiyet duygusu ruhunu öyle sarmıştı ki, söyleyeceğim hiçbir şey fayda etmeyecekti…

 

Durumu onun açısından zorlaştıran ise ben sustukça o daha da sinirleniyordu çünkü konuşmadığım için ne düşündüğümü de öğrenemiyordu… Ne düşündüğümü öğrenemedikçe de, kontrolünü iyiden iyiye kaybetmişti… “Bir cevap versene” diyerek üstüme yürüdüğünde artık emindim… Öfkesi bana değil kendineydi aslında…

 

Sesini yükselttiği her an, duyabilen için “Korkuyorum” diyordu usul usul… Dili “Beni çocuk mu sanıyorsun sen” derken, ruhu “Beni çocuk gibi görüyor, kendi ile eş tutmuyor” diyordu… “Bir cevap versene” diye bağırırken de, var olduğunun bilinmesini, varlığının onaylanmasını istiyordu içten içe…

 

Zaman nasıl da değiştiriyor insanı… Eskiden olsa, onun öfkesine karşı aynı oranda öfke ile karşılık verirdim… Hatta belki daha fazlası ile… Şimdi ise karşısında durmuş, kendi ruhunda tellere takılmış bir kuş gibi çırpınışı izliyordum…

 

Elimi uzatmak istiyordum usulca… “Dur” demek… “Sakin ol, seni görüyorum… Seni duyuyorum… Varlığını kabul ediyorum…” diyerek sarmak istiyordum onu… Ama izin vermiyordu…

 

*

 

Yukarıda yazan küçük hikâye, günlük yaşamımızda çoğumuzun karşılaştığı bir senaryo… Yaşanan stres kaynaklı olaylar sırasında, zaman zaman biz hayatımızdaki her hangi birine, bazı anlarda da hayatımızda ki her hangi biri bize böyle tepkiler verebiliyor… Üstelik senaryoda öfke kontrolünü kaybetmek ile ilgili roller değişse bile bastırılan ana duygu hep aynı… Yani korku… Yok sayılmak, ciddiye alınmamak, önemsenmemek gibi duygulardan kaynaklanan korku hissi…

 

Kabul ediyorum, böylesi durumlar da her zaman sakin kalabilmek mümkün değil… Neticede insanlara karşı gösterdiğimiz sabır, anlayış ve tolerans onlara hissettiğimiz duygu yoğunluğu ile doğru orantılı…

 

Ola ki böyle bir duruma geldik, iş çığırından çıkmak üzere… Peki, o zaman ne yapacağız?

 

Diyelim ki karşınızdaki insan kendini kaybetti… Söylediği sözler, yenilip yutulacak cinsten değil… Maruz kaldığımız psikolojik baskıdan dolayı, vücudumuzdaki tüm damarlar genişledi, şah damarımızın attığını hissediyoruz…

 

İşte bu bir fırsat!

 

Öfkenin zirveye ulaştığı bu nokta, manevi enerjimizin ulaştığı en yüksek noktadır… Bu yüzden bu anlar aslında fırsattır…

 

Böyle zamanlarda “İçinde bulunduğum durumu huzura kavuşturmak için bana maddi, manevi kudret ver” diye dua ederek o yüksek akım negatif enerjiyi, pozitife çevirebiliriz…

 

Belki de eskilerin “Beddua etme, tutar” demesinin bilimsel açıklaması budur… Ne dersiniz?