Kırkında âşık olur mu insan?

Ben, oldum…

Dibine kadar da, keyfini çıkara çıkara yaşadım o aşkı…

Gençlik korkularından uzak, tecrübelerime sığınarak, tüm bilinç ve ruhum ile yaşadım… Damarlarımdan akan kan, aldığım oksijen kadar farkındaydım varlığını…

Üstelik çok farklıydık birbirimizden… Dünyanın iki ayrı kutbu değil de, birimiz kutup diğeri ekvator gibiydik… Kutupta olanın öfkesi buz gibi soğukken, ekvatorda olanın sevgisi güneş gibi yakıyordu… Başlarda, eksik yanlarımızı birbirimizde tamamlamak iyiydi de, sonrasında buhar olmamak için su ateşten korktu; ateş ise sönmemek adına sudan kaçtı…

Niye bu kadar sevdim bilmiyorum… Belki de, bugüne kadar her zorluğun altından tek başına kalkan bir birey olarak; bu ilişki de kadınlığımı hissetmek ve hatta kadından öte insan olduğumu hissetmek iyi gelmişti… Bir erkeğin kadınlığın zarafetini, insanlığın erdemini hissettirmesi sıcacık sarmıştı ruhumu…

Kendi kendimize iyiydik aslında… Kendi kendimize kalabilseydik belki, daha da sürerdi o ilişki ama ah o mahalle baskısı yok mu? Çok yordu bizi…

Her iki taraf, o baskının dayanılmaz ağırlığı ile pek çok yanlış yaptı… Ve belki de bu ilişkinin ilk hatasını ben yapmıştım… Birlikte yaşama kararı aldığımızda, nerede oturmak istersin diye sormuştu… Bulunduğu ortama kolay adapte olan bir insan olduğum için o zorlanmasın diye, benim onun hayatına karışmam gerektiğini düşündüm…

Yaşadığı yer İzmir’in mutaassıp ilçelerinden biriydi… Hatta bu tutuculuk hali, bazı anlarda o insanların arasında kendimi uzaydan gelmiş gibi hissetmeme sebep oluyordu…

Urla Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı olduğum dönemde, o zaman Urla bu kadar gelişmiş değildi… Toplantılarımızın öncesi ve sonrasında oturabileceğimiz fazla kafe yoktu… Hal böyle olunca biz de kahvelere oturmaya başlamıştık… O gün bugündür, Urla’nın kahve kültürü artık kadınlara da açık…  Urla böyle değişince, küçük aklımla sandım ki, bütün dünya değişti… Meğer öyle değilmiş, o mahalleye taşındığımda anladım bunu…

Mesela kahvenin önünden sürekli geçilmez, geçiyorsan da başın önde geçersin mantığını silmiş olan ben oranın insanları arasında ayrık otu gibi duruyordum… Eşim bana karışmazdı ama mahalle işte… Bir söz söylemese dahi bakışları ile huzursuz ediyordu insanı… Hatta bir keresinde eşime “Bak attırmasınlar tepemi, gider o kahveye oturur bir de köpüklü kahve söylerim kendime sonra da seni arayıp ‘sana da bir kahve söylüyorum gel de iki el tavla atalım’ derim” diye gülümseyerek dikleşmiştim… Adam da deli olduğumu bildiğinden, ne diyeceğini şaşırmıştı garibim…

İşin ilginç yanı, ilişkimiz bittikten sonra bir dostum ile dertleşmek için buluştuğumuzda “Gel şuradaki kahveye oturalım” deyince gerildim bir an çünkü kahvede oturanların çoğu erkekti… O an zihnimdeki bilgiler birbiri ile çarpışıp, 41 yıllıdır yaşadığım deneyimler film makarası olup geri sarmaya başlayınca o kadar gerilmiş olmama kendi kendime şaşırdım…  Değişiyordum…

Değişim illa olumlu yönde olmaz, olumsuz yönde de değişebilir insan ve bende farkında olmadan o mahalle baskısından nasibimi almıştım… Biraz daha o ilçede yaşasaydım okuduğum binlerce kitap, aldığım onlarca eğitim boşa gitmiş olacaktı… Ben de orada yaşayan insanlar gibi kahvehanelerin vergi levhasında “SADECE ERKEKLER GİREBİLİR” yazdığını zannedenler kulübünün bir üyesi olmaya aday olacaktım…

Özet ile yaşadığım ilişkiden pişman mıyım? Asla! Yaşadığım her anına hamd olsun… Çok güzel sevdim ve sevildim… Sadece mahalle baskısına yenildik… Aslında yenilirken bile birbirimizi tanımış olma kazancına nail olduk… Ve bir kez daha anladım ki insan önce kendine dürüst olmalı… Sebebi her ne olur ise olsun, insan kendindeki olumsuz değişimleri farkına varıp kendini iyileştirebilmeli, en azından iyileşmek için yollar aramalı… Zira kendisi iyi olmayan insanın, ne kendine ne de başkasına hiçbir faydası olmaz, olamaz…