Değerli okurlarım,

Uzun bir süredir özellikle fosil yakıtların ve konvansiyonel enerji kaynaklarının yanı sıra biz insanların neden olduğu çevre kirliliği ve küresel ısınma yavaş yavaş etkisini göstermeye başladı.   Mevsimler arsı kavramı kaybolmak üzere ve sürekli hava akımlarında dalgalanmalar bizleri fazlasıyla etkilemektedir. Kuraklık, sel baskınları, yangınlar ve aşırı hava koşullarında değişimler küresel ısınmanın tipik göstergesidir.

Küresel ısınmanın ve yaklaşan tehlikenin sembolü ‘Kıyamet Buzulu' olarak bilinen ve Antartika’da bulunan Thwaites buzuludur.

Antarktika’da yer alan ve "Kıyamet Buzulu" olarak bilinen bu Buzulu’la bağlantılı gerçekleştirilen yeni araştırmalar, küresel ısınma karşısında buzul erimesini durdurmak için farklı çözümler üzerinde düşünülmesini acil olarak gündeme getirmiştir. Bu buzul, Batı Antarktik Buz Tabakası’nın deniz yönündeki koruyucularından biri olarak bilinmekte ve ani çökmesi durumunda dünya genelinde deniz seviyelerinin hızla yükselmesine neden olabilecek güçtedir.

Son günlerde gerçekleştirilen çalışmaya göre, ‘Kıyamet buzulu’ olarak adlandırılan bu buzulun altında dolaşan sıcak gelgit akıntıları, buzulu beklenenden daha hızlı eritmektedir. Bu akıntılar buzulun erimesini ve geri çekilme hızını artırarak küresel deniz seviyelerinin yükselmesine yol açmaktadır. Kıyamet Buzulu, hali hazırda dünya genelindeki deniz seviyesi artışının %4'ünden sorumlu olup her yıl 50 milyar ton buzu kaybetmektedir.

 California Irvine ve Waterloo üniversiteleri tarafından yapılan çalışmalarda, yüksek çözünürlüklü uydu görüntüleri ve hidrolojik veriler kullanılarak sıcak akıntıların buzula nasıl etki ettiği gözlemlenerek kaydedilmiştir. Çalışmanın yazarlarından Waterloo Üniversitesi’nden Christine Dow, "Bu buzu kaybetmemiz yüz ya da beş yüz yıl sürecek diye umut ediyorduk. Ancak şu anda endişemiz, bu sürecin çok daha hızlı gerçekleşmesi," diyerek durumun acil olduğunu ve gerekli tedbirlerin bir an önce alınması gerektiğini belirtmektedir.

Öte yandan, Kıyamet Buzulu ‘nun tamamen çökmesinin engellenebileceğine dair umut veren çalışmalar da yapılmaktadır. İngiltere’de bulunan Dartmouth ve Edinburgh Üniversiteleri tarafından yürütülen bir araştırmada, buzulun daha önce düşünüldüğü gibi deniz buzunun dik yamaçların etkisine maruz kalmadığı öne sürülmektedir. Bu teoriye göre, deniz buzu dik yamaçları gerileyerek yüksek ve kırılgan buz yamaçları oluşturduğunda hızla çöker. Ancak bu yeni çalışma, Kıyamet buzunun incelmesinin aslında bu tür çöküşleri yavaşlatabileceğini göstermektedir.

Diğer bir çalışmaya göre ise Kıyamet buzunun geleceği belirsizliğini korurken, bazı bilim insanları buzulun erimesini yavaşlatmak veya durdurmak için daha önce hiç düşünülmemiş çevresel müdahale yöntemlerini gündeme getirmektedirler. Geo-mühendislik olarak bilinen bu alan, küresel sıcaklıklar artmaya devam etse bile buzul erimesini durdurmayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda önerilen en dikkat çekici fikirlerden biri, sıcak gelgit akıntılarının buzula ulaşmasını önlemek için deniz altında devasa perdeler oluşturmak. Bu perdeler, buzulla sıcak su akıntısı arasında bir bariyer oluşturarak erime hızını azaltabilir. Doğal olarak böyle bir projenin ekonomik boyutunu ve yapılabilirlik olasılığını düşündüğümüzde oldukça zor olduğunu görmekteyiz.

Diğer bir yaklaşımda, küresel ısınmaya karşı asıl yapılması gereken karbon emisyonlarının azaltılması konusudur. Columbia İklim Okulu’ndan iklim ekonomisti Gernot Wagner, bu tür mühendislik fikirlerinin topluma yanlış bir güvenlik hissi verebileceği görüşünü belirtmektedir.

Wagner’a göre, "Bu tür müdahaleler, iklim değişikliğine çözüm değil, en iyi ihtimalle ağrı kesici olabilir." Geo-mühendisliğin bir çözüm olmadığını belirten Wagner, "Bu yaklaşımlar, en kötü etkileri hafifletirken karbon salınımını azaltma ve sürdürülebilir çözümler geliştirme yolunda bize zaman kazandırabilir" demektedir.

Sonuç olarak, Kıyamet Buzulu’nun erimesi ve küresel deniz seviyelerinin hızla yükselme tehdidi, dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyebilecek bir senaryoyu gündeme taşımaktadır. Geo-mühendislik, bu süreci yavaşlatmak için potansiyel bir araç olarak görülse de tek başına çözüm olarak kabul edilmesi oldukça zordur. Bilim insanları, bu tür müdahaleler yerine, emisyon azaltımı ve sürdürülebilir iklim politikalarının öncelikli olması gerektiği konusunun daha iyi bir yaklaşım olduğu konusunda anlaşmaktadırlar.