“Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” derler ya, hani “aynı şey bizde bulunduğu halde, bir başkasında bulunan bir değeri, daha değerli, bizimkinden daha iyi, daha üstün görürüz” anlamında söylenir. Bu bir anlamda, elimizdeki değerlerin kıymetini bilmeme, daha da iyi olması için uğraşmama, ön plana çıkarmak için gerekli çalışmayı sergilememek ya da “nasılsa elimizde” demenin rahatlığıdır.

19 Mayıs 1919, Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla İtilaf Devletleri'nin işgaline karşı Türk Kurtuluş Savaşı'nın başladığı gün olduğu gibi, aynı zamanda Urla’nın da düştüğü gündür.

15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sonrası, 16 Mayıs 1919’da Urla’da yerli Rumların da desteğiyle başlayan yağma, tecavüz ve zalimliklere karşı Urla’da başlayan ilk Kuvayı Milliye Hareketi ile Urla, 3 gün süren çatışmalar sonrasında ancak Yunanlıların deniz desteği ile 19 Mayıs 1919’da işgal edilmiştir. Urla’nın düşmesinden sonra hayatta kalan Urlalı vatanseverler Anadolu’da Kuvvayı Milliye saflarında mücadeleye devam ettiler.

Bu bilgiler yeni değil. Kasım 1998’de yayınlanan ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 42, Cilt: 14’de Yrd. Doç. Dr. Kadir Kasalak’ın yazısında, birçok üniversite yayınlarında ve tarihçinin kitaplarında yer aldı.

17 yılı geçen basın yaşantımda da defalarca bu konuyu görev aldığım yayın organlarında gündeme taşıdım.

Bizler her yıl 11 Eylül’de Urla’nın düşman işgalinden kurtuluş gününü kutluyoruz. Etkinlikler düzenliyoruz. Yüzbaşı Kemal ile Baki Onbaşı’yı anıyoruz. Peki ya Urla'nın kurtuluşunda canlarını siper etmekten çekinmeyen Urlalı Behçet Sakarya, (Deli) Sabri Yılmaz, Baytar, Yedek Subay Ali Yılmaz, Abdullah Çavuş ve daha birçok kahramanlarımız, dönemin Urla Müftüsü Ahmet Refik (Ural), Belediye Başkanı Hüseyin ve Urla Jandarma Komutanı Ziya Bey?

Bu kahramanları hatırlamak, anılarını yaşatmak, Urla’nın tarihini gelecek kuşaklarımıza aktarmak için ne engelimiz var? Onlar da şehit, onlar da gazi… Unutturulmaya çalışılan tarihimize sahip çıkmamız gerek.

Sinema filmlerinde, dizilerde küçücük olayların abartılı hikâyelerini hayranlıkla izliyor hatta çoğunlukla başrol oyuncularını kendimize rol model olarak kabul ediyoruz. Hikâyeler hakkında methiyelerin bini bir para… Öte yandan Kuşçular Köyü’ndeki Yanık Cami, günümüzde fotoğraf evi olarak kullanılan Gazhane Binası unutulan tarihimizin birer parçası olarak zamana karşı direniyor.

Nasıl kapımızın önünü temizlemediğimiz sürece kentimiz temizlenmiyorsa; nasıl yerel basın olmadan ulusal basın olmuyorsa; yerel kahramanlarımız da olmasaydı ulusal kahramanlarımız olamazdı. Onlara da sahip çıkmak gerek. Anlatmak gerek. Yeni nesillerimize Amerikan Rambolar değil kendi kahramanlarımız ilham olsun diye…

Öte yandan merak ettiğim bir konuya da dikkat çekmek isterim: özellikle milli bayramlarımızda ve kutlama etkinliklerinde şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunuyoruz. Saygı çok güzel bir duygu. Ancak vatan için, bizler için toprağa düşen bu değerlerimize bu vesile ile neden birer Fatiha okumuyoruz? Okusak manevi açıdan daha da güzel olmaz mı?

Yoksa hak etmiyorlar mı?