En çok bilinen şekilde söylenirse, “Hukuk mu yoksa guguk mu” diye dillere düşmüş sözlerimiz çoktur…

Türkiye'de Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası ile kuruldu.

12 Eylül 2010 yılında yapılan referandum ile, kuruluşu, görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir.

Bu konu ile ilgili her kafadan bir ses çıktı diyebileceğimiz şekilde üzerinde çok konuşuldu, o dönemdeki en üst düzey temsilciler bile konuşarak artık, "üstünlerin hukuku olmayacak, hukukun üstünlüğü olacak" ifadelerini çokça kullanmışlardı ve topluma artık hukuksuzluğun önleneceği çok anlatılmıştı ama!...

Bu gün gelinen noktadaki tartışılan konulara bakılırsa, birbiri ile ters düşecek açıklamaları çok fazla dinler olduk.

İnsanın aklına ister istemez takılıyor, ülkede bunca olan biten varken, gerçekten de olayların hepsi de hukuki bir zemine uygun mudur?.. diye sormadan edemiyorsunuz…

Meselâ tek bir örnekle; Anayasa ve TC Kanununun 53.maddesi gereğince cezasının infazı devam eden İmralı canisinin sözde süreç işlevindeki rolü, devletin bütünlüğüne kast ederek binlerce insanın kanını döken ve bir o kadarının da canına kast eden bir cani ile devletin bazı otoriteleri onu muhatap kabul ederek, gidip “görüşlerini “alabilir mi?, bu hukuki midir, yoksa yanlış mıdır?.

Yine bakarsak: Siyasi partiler kanununun 11/2-b bendinin kaldırılmasına rağmen bunların siyasi haklarını ve bazı şeyleri kullanamayacakları ve siyasetten yasaklı olacaklarının açıkça belirtilmesine rağmen serbest kalarak, ya da kalmadan siyaset yapabilirler mi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları olmasına rağmen böyle bir şey nasıl yapılabilir ki, hukuk bu olayın neresindedir?.. Bu sadece bir uygulama örneği ise diğer yapılan uygulamalarda hukuk nerede ve hangi boyutlarda ya da yanlış boyutlardaki uygulamalarla mı işlemektedir?..

Bir hukuk tekerlemesi tutturulmuş gidiyor da, nerede eşitlik ilkesi, nerede hak ihlâlleri, yaşama ve eğitim hakları, sosyal hayattaki haklar, sağlıkta eşitlik hakkı, gösteri, yürüyüş ve itiraz hakkı, en önemlisi can ve mal güvenliği ve vatandaşlık hakları...bunların hepsi düzgün mü uygulanıyor, ya da tıkır tıkır işler bir durumda mıdır?.. Her suçu işleyen “denetimli serbestlik var nasılsa” diyerek hukuktan ve kanuni cezalardan korkmadan daha azıtarak suç işlemeye devam ederken” bu durumda masum halkın, insanların haklarını kim koruyacak” sorusu cevapsız kalmaktadır…

Bütün bunları teker teker mercek altına alırsak sanırım bu konularda maalesef sınıfta kalırız.

Medeni ülkelerde hukuki haklar hassaslıkla ve ağır yaptırımlar içeren cezalarla, titizlikle uygulanarak korunmaktadır, hukuki çelişkilere düşen, ister en üst düzeydeki insanlar olsun, isterse sıradan bir kişi olsun hukuk şemsiyesi hepsi için eşit bir şekilde işletiliyor ve gereken cezaları veriliyor, bizim ülkemizdeki hukuk ve adalet farklı mıdır ya da bizim ülkemizde bu uygulamalar dış ülkelere kıyasla nasıldır?.. Hırsızı, arsızı, her türlü suç makinaları “denetimli serbestlik” denilen garabetle elini kolunu sallayıp suç işlemeye devam ederlerken, başına olmadık bir iş gelen düzgün insanlara ya da ödeyemediği borçlarından dolayı hapse girenlere bu uygulamalar neden işletilemez, cezaevlerinde çile doldurmaları serbest kalamadığı görülüyorken, ”Adaletten, adil yargılamalardan, haktan, hukuktan, eşitlikten”nasıl bahsedebileceğiz? Bunları bilen varsa bizlere açıklasın zira artık bilinmezler o kadar çoğaldı ki milletin aklı karıştı durumu anlaşılamaz hale düştü denilebilir…

Kuvvetler ayrılığı dediğimiz, yasama, yürütme, yargı erklerinin tümü görevlerini tam yerine getirdiği zamanda toplumun huzuru da tam olur, vicdanlarda hiç bir kuşkuya ve şaibeye yer olmaz ve bırakmamalıdır ki, bu ülkede adil bir şekilde işleyen "hukuk var, adaletin keskin kılıcı var" denilebilsin. Adalet tanrısı olarak betimlenen Taihmes heykelinin elinde terazisi vardır ve gözleri bağlıdır bu da adaletin gözle görmeden herkese eşit bir şekilde dağıtılacağını anlatır onun için de öyle bilinmektedir. Oysa artık günümüzde sanki terazi şaşmış, bir kefesi altta diğeri üstte ve gözlerdeki bağ açılmış bir şekle dönüştürülmemelidir ki adaletin hassas terazisi “haktan, eşitlikten, toplumsal huzura dönük adil olarak dağıtılmasından” yana kuşkular yaratmayacak bir şekilde işlesin…

Zavallı vatandaşın başına bir hal gelse yandı gülüm keten helva misali başına gelmedik işler kalmazken, ötekilere tanınan bazı ayrıcalıklı uygulamalar gerçekten hukukla bağdaştırılabilir mi?..

Kişilerin devletine güven duymalarının tek nedeni hukuksal uygulamaların ve adaletin eşit bir şekilde dağıtılması ile olabilir.

Vatandaşlarımız devletin güvencesi altında ise, devlet de üzerine düşeni yaparak insanlara refahı ve huzuru eşit ve adil bir şekilde temin etmekle yükümlüdür, yoksa “hukuk oldu guguk” tarzı bir durum ortaya çıkar ki toplum düzeni giderek bozularak her türlü yanlış artık sıradanlaşır. Vaka-i Adiye dediğimiz durumlar çoğalır, adaletten umudunu kesenler kendi göbeğini kendi kesmeye kalkarak suçlulara kendi cezalandırma modelleri uygulamaya başlar ki o zamanda toplumun her katmanında kargaşalara, huzursuzluklara, çatışmaları görürüz, toplumsal hayatta düzen bozulur, hiç böyle şeylere kalkışmadan, adalete olan güven yitirilmeden hukuki haklarının aranması en sağlıklı bir yöntem olacaktır….Devlet devlet olarak gereğini yapacak, vatandaşlar da kurala kaideye, yasalara riayet edecekler ve huzur bozucu işlerden uzak olacaklar ki toplum yaşamının ahengi bozulmadan ilerlesin.

Toplumsal barış için hukukun ve adaletin keskin kılıcının adil tarafsız ve hakkaniyetli bir şekilde işlemesi şarttır diyebiliriz.