Kendini gerçekleştirmek...

Öyle herkesin harcı değil.

Bir ömür boyunca, çamurun içinden yürüyüp de elinde bir demet menekşeyle çıkabilmek hayattan.

Düşünsene...

Dünyaya geliyorsun, sana soran yok.

İçine doğduğun coğrafya, zaman, aile, okul, mahalle…

Senin fikrin yok.

Ama sonra diyorlar ki:

“Kendin ol!”

Peki nasıl?

İşte mesele de orada.

 

Sabahattin Ali “Ben içeri düştüğümden beri güneş aynı güneş” diyor ya hani…

Hayat da aynı hayat.

Yüz yıl önce neyse, şimdi de o.

Kâh mücadele, kâh hüsran, bazen de bir avuç umut.

Ama o umudu yitirmemek, insan kalabilmek...

İşte gerçek başarı bu.

 

Mustafa Kemal...

Çocukken annesi onun asker olmasını istemedi.

Ziraatçı olsun dedi.

Ama o, toprağa değil; milletin ruhuna ekmek istedi tohumu.

Okudu, düşündü, yıkıldı, ayağa kalktı.

İstanbul’da “paşa çocuğu” diye dışlandığı günleri de yaşadı,

Sakarya’nın ortasında “milletin evladı” olduğunu da.

Yılmadı.

Her cephede, hem kurşun yedi hem inkılap yaptı.

Kurtardı…

Ama sonra asıl savaşa başladı:

Cehaletle.

Kendi deyimiyle: “En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.”

 

Ama bu savaş yalnız verilmez.

Yaşar Kemal’in dediği gibi:

“Bir insanı sevmekle başlar her şey.”

Kendini sevmeyen, hedefini sevemez.

Kendisini tanımayan, bir amacı da olamaz.

Kendinle barışmadan, kimseyle barışamazsın bu dünyada.

 

Bir sabah gözlerini açıyorsun.

Pencerede gri bir gökyüzü.

Kaldırımlar ıslak.

Zaman akıyor ama hayat duruyor sanki.

İşte o an…

Boşluğa düşüyor insan.

Ama o boşluğu dolduracak şey dışarda değil.

İçinde.

Turgut Uyar’ın dediği gibi:

“Bir gün bir kitap okursun, hayatın değişir.”

Bazen bir kitap…

Bazen bir çocuğun gülümsemesi…

Bazen bir işçinin nasırlı eli…

Bazen Atatürk’ün Nutuk’taki sesidir seni tutan.

 

Bak mesela, Orhan Veli der ki:

“Ne atom bombası, ne Londra Konferansı

Bir elinde cımbız, bir elinde ayna

Umurunda mı dünya!”

 

Ama biz öyle miyiz?

Bizim umurumuzda.

Çünkü biz yalnız kendimiz için değil,

Kendimizden sonrakiler için yaşarız.

İnsan dediğin ardında iz bırakmak ister.

Bozkıra bir fidan, yüreğe bir umut, bir çocuğun aklına bir fikir…

 

Özdemir Asaf’ın o sert ama zarif sesi gelir kulağıma:

“Bazen bir kelimeye sığar en uzun cümle.

Bazen bir insana sığar bütün kelimeler.”

İşte o insan sensin.

Kendine sığmadığın yerde başlıyorsun büyümeye.

 

Ahmet Arif ne diyordu?

“Bir ufka vardık mı, öbürü serap.”

Yani?

Durmak yok.

Kendini gerçekleştirmek bir son değil, yolculuktur.

Bir menzile ulaşırsın, hemen yenisini çizmen gerekir.

Yoksa...

Boşluğa düşersin.

 

Halide Edip, işgal altındaki İstanbul’da kürsüye çıkıp haykırdı.

Boyun eğmedi.

Kalemiyle, sesiyle, varlığıyla yazdı o mücadeleyi.

Onun çabası sadece o döneme değil, bugüne de ışık tuttu.

 

Kemal Tahir, “insanın kendini tanıması yetmez, bulunduğu yeri de tanımalı” der.

Kendini gerçekleştirmek demek, ayağın yere basarken başın yıldızlara uzanmasıdır.

Ne uçmak hayaldir ne yürümek utanç.

 

Ama düşsen de, kalkarsın.

Çünkü o hedef…

Senin içindir.

Seninle mümkündür.

 

Nazım Hikmet’in dediği gibi:

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine…”

İşte o zaman huzur gelir insana.

Kendini gerçekleştirmiş bir insan,

Kendini aşmış insandır.

 

Son söz Ece Ayhan’dan:

“Her insanın bir gitme zamanı vardır.

Ama kalıcı olan, ne kadar gitmediğidir.”

Hayatta kalıcı olmak istiyorsan…

Ölmeden önce “yaşamak” zorundasın.

Ve yaşamak da, gerçekten yaşamak...

Kendin olmakla başlar.

Ve kendin olmak...

Zordur.

Ama güzeldir.

Ama değerlidir.

Ama huzurdur...

 

H.Cemil Doğru

Urla Eğitim İş Bşk

Urla Kent Konseyi Yr Krl Üyesi