“Atatürk’ün olduğu yerde her zaman ümit vardır ve Atatürk Anadolu’da ebediyen yaşayacaktır.”

1955 yılında İstanbul Babıali’de başladığım, 1956’dan sonra Ankara’da ve 1975’den beri de İzmir’de devam eden gazetecilik hayatımı, sanıyorum 1991’den beri yaşadığım Urla’da noktalayacağım.

Gazeteciliğin her basamağında çalıştım; muhabirlik, şeflik, temsilcilik, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın müdürlüğü, gazete sahipliği ve yazarlık… 68 yıl… Sevgili Göksel Kayseri’nin Pencere Haber Gazetesi’ne de “sadece Urla / Yarımada / İzmir yazmak için” geldim.

Urla, binlerce yıllık tarihi olan bir “Ön Asya” kenti… Romalılar…  Bizans…  Selçuklular… Çakabey… Osmanlılar… Türkiye Cumhuriyeti…

Bugün… “Aydınlar” kenti!..

Devlete ve ülkeye “önemli görevlerde hizmet etmiş” insanların yaşadığı bir ilçe… Yurdun dört bir yanından gelen bürokratlar, generaller, albaylar, büyükelçiler, akademisyenler, iş adamları, gazeteciler, “emekliliklerini Batı Anadolu’nun bu güzel ve şirin yerleşkesinde geçirmek için” ev sahibi olma yarışındalar…

Yarımadamız… Seferihisarı, Çeşmesi, Alaçatısı, Güzelbahçesi, Karaburunu, Mordoğanı ile “ülkenin ‘yaşanacak yerler’ sıralamasında ‘hayali bile güzel’ dedirterek” yer alıyor…

Ama… 30 yıldan fazladır Urla’da yaşayan bir Yarımadalı olarak söylemeliyim ki; “Yaşadığımız beldelerin sorunlarının çözülmesi konusunda, ‘nedense’ beldelerimizin gelişmelerine uygun bir süreci” yaşayamıyoruz!..

Bakınız sevgili okurlarım, 5393 sayı ve 3 / 7 /2005 BELEDİYE KANUNU’nun 3’üncü maddesinin “a” bendi Belediyeyi nasıl tarif eder; “Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi…”

“Belde sakinlerinin…” yani bizlerin… “Mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak…”

Yani ve mesela çöp toplamaktan başlayarak, sokaklarımızın yağmurlu havalarda ayakkabılarımız gölcüklere, çamura batmadan yürüyecek, caddelerimizin, bulvarlarımızın, otomobillerimizin çukurlara düşerek hoplamamasını, zıplamamasını sağlayacak şekilde muntazaman bakımlarını yapılması…

Yani ve mesela… Urla meydanındaki AVM’nin asansörünün, yürüyen merdivenlerinin bakımlarını zamanında yaparak, yedek parçalarını depoda bulundurarak, arızalarda birkaç saatte onarımlarının sağlanması gerekirken… Bugünlerdeki gibi 10 güne varan bir süreçte bile “onarımlarının yapılamamasını” seyretmek… Hem de… AVM’nin altındaki otoparkın sahibi belediye şirketi iken, “AVM Müdürü kaçıp giderken” gereğinin yapılmasını sağlayamamak… Yıllardan beri “bu asansör ve yürüyen merdiven arızalarının sürüp gitmesini” seyrederken, otoparka zam üstüne zam yapılmasının ne anlama geldiğini düşünememek?..

O otoparkın asansör girişlerinin önünün “yağmurlu günlerde” göçükler hâline dönmesine bile çare bulamamak…

Ve de mesela, “doğalgaz bağlamak için cadde ve sokaklarımızda genişlikleri boyu çukurlar açıp, sonra da doğru dürüst kapamadan, o çukurlara birkaç küreklik zift dökmeden bırakıp giden Doğal Gaz Şirketini, “o çukurları ortadan kaldırmaya” mecbur etmemek…

O şirket mecbur edilemiyorsa (?), o çukurları yok etmenin “belediye görevi olduğunu” unutmak…

Bilmem ki, sadece bu yazdıklarım bile, “Belediye Kanunu’nun 3’üncü maddesinin ‘a bendinin yok sayıldığını’ günlük yaşantımızın gündemi” hâline getirmiyor mu?..

İşte “ben” bunları yazacağım, Pencere Haber’de ve takipçisi olacağım…

Belde belde… Site site… Cadde cadde… Sokak sokak…

Başlıyoruz…