Büyük çoğunluğumuz hatırlar, eskiden Karasaban ile Beygir veya katırla çift sürerlerdi. Rahmetli Kel Ali’de Kilis de yaşamış, milletin tarlasını bağını zeytinini sürerek, ekmeğini bu şekilde kazanan bir çiftçidir.

Şartlar ağır geçim zor, fakat rahmetli çalışkandı. O gelir benim tarlamı sür, öteki gelir sabah zeytine gidilecek, benim tarlaya gidelim derdi. Günleri koşuşturmakla geçen Kel Ali, çocukları mahrum kalmasın, kendinden sonra en azından bir parça toprakları olsun diye, 150-200 kök bir bağ alır. Tabi milletin işine koşuşturmaktan, bir türlü kendi işine gidemez bağını süremez. Karar verir, sabah kendi bağıma gideceğim der. Akşam eve tarlasını sürmesi için kıramayacağı biri gelir, Ali emmi kabul eder birkaç gün sonra kendi bağıma giderim der. İşlerin çokluğundan, koşuşturmaktan bağının budamasını yapamadığı, toprağı süremediği gibi bir türlü otunu da alamaz. Ahalinin işinden, bir türlü kendisinin işine sıra gelmez. Kel Ali’nin bağı öyle bir hale gelir ki, tarlaya ottan, dikenden girilmez olur, otların boyu zeytin dallarına yetişir. Bu bakımsız tarlanın yanından geçenler, birbirlerine, “bak burası Kel Ali’nin bağı” diye gösterir. Tabi Kel Ali rahmetli olur, aradan yıllar geçer ama nerde karışık bir iş veya durum oluşsa insanlar; “Kel Ali’nin bağına dönmüş bu durum” der ve bu söz o bağdan çıkıp, bir deyim olarak hayatımızda yerini alır.

Şimdi nerden geldik Rahmetli Ali emminin bağına derseniz, amacımız üzüm yemek, bağcıya laf etmek değil. Amacımız hikâye anlatmakta değil, hikâye ile mesajımızı vermek. Esasında hikâye anlatmayı severim. Eskiden beri takip eden okurlarım hatırlar eski yazılarımı. Genelde bir hikâye olurdu. Ama bazen anlatılmak istenen bir hikâye ile bağlanınca ne hikâye unutuluyor ne de vermek istediğimiz mesaj.

Neyse 31 Mart Yerel Seçimleri yaklaşıyor. Çoğu Siyasi Parti, Büyükşehirlerdeki Belediye Başkan Adaylarını halka tanıttı, Adaylar ellerinde broşürleri, yanlarında ekipleri sokak sokak, kapı kapı gezip kendilerini tanıtıp, yapacaklarını anlatıyor. Ama anlatılanların halktaki karşılığı pek yok gibi. İnsanların yüzünde bir seçim heyecanı yok, gözlerinde bir umut ışığı yok. Hani hikâye de anlattığımız gibi, ortalık Kel Ali’nin bağına dönmüş, her gelen aday ben bu bağı budarım diyor ama insanlar söylenene inanamıyor.

Hele bir de vaatler karşılıklı aşık atışması gibi olunca, halk iyice karmaşaya düşüyor. Neden mi? Şöyle kısaca bir örnek vereyim. Büyükşehirler de en büyük problem, ulaşım. Ve açıklanan her belediye başkan adayı yola buradan çıkıyor ve doğal olarak yeni yapılacak metro istasyonlarından bahsediliyor. Bir aday diyor ki;” A semtinde biten metro hattımızı B semtine kadar götüreceğiz”. Bir diğeri de diyor ki;” olur mu efendim? Biz bunu B semtini de geçip C semtine kadar götüreceğiz”. Sonra ilk aday tekrar çıkıyor ortaya diyor ki;” O yapıyorsa, biz daha fazlasını yapar bu metroyu C semtine kadar getirir, her sokaktan o metro istasyonuna inişler yaparız”. Tabi sonra diğer aday tekrar sahneye çıkıyor ve tıpkı poker masasındaki bir oyuncu gibi, görüyorum ve arttırıyorum diyerek çıtayı bir kademe daha yukarı çıkarıyor. Tamam, vaatler güzel ama ya gerçekleşme oranı?

Arkadaş görev süren 5 yıl. 5 yıl da yapacakların belli. Sen bunları sayıyorsun, 5 yıl da bırak verdiğin vaatleri yerine getirmeyi, birkaç park kaldırım yapıp görev süreni bitiriyorsun. Sonra da tekrar seçim dönemi geldiğinde,” ya dün çıraktım, şimdi usta oldum, hadi bir şans daha” diyorsun.

Sayın adaylar bu iş böyle olmaz. Aday olduğunuz bölgeyi tanıyın, insanları tanıyın, gençleri tanıyın, esnafı tanıyın. Tanıyın ki, eksikler nelerse onlara çözüm üretin. Akıl ve mantık çerçevesinde vaatlerde bulunun. Emin olun ki o zaman ortalık Kel Ali’nin bağına dönmez, kafalar karışmaz, seçmen sizi anlar ve herkes daha mutlu olur.

Neyse bugünlük de bu kadar. Geldik yine sona, kalın sağlıcakla…