Tam tamına 100 yıl. Bir asır. Savaşla, kanla, yeri geldiğinde akıl oyunlarıyla kavuşulmuş bir zaferin, en büyük hediyesi Cumhuriyet bizlere.

Alparslan ile girdiğimiz Anadolu topraklarında büyüyen o çınarın, tüm dünya tam kurudu dediğinde, usta bir el ile yeniden yeşerip, meyve vermesi Cumhuriyet.

İnsanoğluyuz, topraktanız. Hepimiz de az çok topraktan da, ağaçtan da anlarız. Ama bu işin bir de erbabı olanlar var.  İyi bir çiftçi, iyi bir usta düşünün. Ağaca bakar. Ağaç kurtlanmış, çürüyor, mahsulü yok. Önce toprağa bakar, sonra havaya. Sonra o ağacı budar, üstüne farklı bir cins ağacın damarıyla aşılar. Sonuç ürün değişir, mahsul verimli olur ve ağaç kurtulur. İşte o aşının adı Cumhuriyet, o büyük usta da Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Ne diyordu Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Türk Milleti’nin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.” Bu toprakları saltanatlara, padişahlara değil, Cumhuriyet ile bu millete bırakmıştı.

Hatta bugüne özel, yine Ata’mızın Cumhuriyet’imizin 10. Yılı kutlamasında yaşadığı bir olayı anlatayım sizlere. Bu anı İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras, Hikmet Bayur tarafından doğrulanarak günümüze gelmiştir.

 Olay şöyle; 1933 yılı 29 Ekim gecesi, herkes Cumhuriyet'in 10. yılını kutlar. Atatürk o sırada Türk Ocağı'nda yabancı diplomatlara yemek vermektedir. Davetliler gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer dağılırken, Atatürk yakın arkadaşları Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker'i kastederek "Bizimkiler nerede?" diye sorar. Tevfik Rüştü Aras, Ziraat Bankası salonundaki baloda olduklarını söyler.

Hep beraber Ziraat Bankası'nın balo salonuna giderler. İçerisi tıklım tıklımdır, Atatürk gelince herkes alkışlar, "Yaşa Gazi Paşam" şeklinde tezahürat yapar. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister ki, isteyenler ona sorularını sorabilsinler diye. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur. Şunu sorar:

-Gazi paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin ideali olabilirler. Fakat, yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler... Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya mecburuz! Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler.

Ama bir de milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri?

Atatürk bu soruya şöyle cevap verir;

-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır!

Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır. Ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız...

Bu hikâye daha uzun. Ama onuncu yıldan, yüzüncü yıla uzanan öykünün özeti bu. Devamını bir gün size yazacağım. Burada esas hepinize sormak istediğim şu? Ata’mızın 90 yıl önce söylediği şu sözler önemli;” idealler vicdanımıza yazılmış, konuşulmaz, yaşanır.”  dediği yerdeyiz şu an.

Şimdi hepinizden bir ricam, gelin hep birlikte bu gece, 90 yıl önceye gidelim. Sonra bugün konuşamayıp, yaşadıklarımıza bakalım ve 28 Ekim 1923 gecesinin o ilk heyecanıyla bu bayramı kutlayalım.

Neyse daha anlatacak çok şey var da yine yazarız bir ara.

Bugün klasik her zamanki sözlerimle bitirmeyeceğim yazımı.

Bugün “SEN ÇOK AMA ÇOK YAŞA CUMHURİYET” diyerek bitirelim…