Çocukluk dönemlerimizde, çevremizdeki yaşlılara hayranlık duyarız. Onlarla zaman geçirmek, oyunlar oynamak, sohbetler etmek oldukça keyif verici geliyordu. Çünkü bizleri memnun etmek adına, istediğimiz gibi davranıyorlardı.

Çocukluğumda hatırlarım dedemin peşinden hiç ayrılmazdım. Anlattıklarını dikkatle ve keyifle dinlerdim. Onunla zaman geçirmek bana mutluluk veriyordu. Onunla tam tamına 33 yıl geçirdik. Ve bu yıllar içerisinde onunla sohbet etmekten, onunla zaman geçirmekten hep mutluluk duydum. Ergenlik döneminde de erişkinlik döneminde de yaşlı insanların tecrübelerinden bilgilerinden faydalanmak istemişimdir. Kısacası benim yaşam çevremde yaşlı insanların yeri çok büyüktür. Fakat herkes böyle düşünmüyor. Yaşlılarına yeteri kadar ilgi göstermeyen insanlarda çoğunlukta. Bunlara şahit oldukça da üzülüyorum. Huysuzluk yapan ihtiyarlarımız olsa da çevrede bunun ortak bir yolunu bulmak mümkün. Kısacası her ne olursa olsun yaşlılarımıza saygı duymalıyız. Onlara keyifli zaman geçirmeleri için yardımcı olmamız gerektiğine inanıyorum. Yaşlılar haftası falan değil biliyorum ama geçen gün güzel bir yazı okudum ve yaşlılarımıza kulak vermemizin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm. Okuduğum yazıyı sizlerle paylaşıyorum umarım yaşlılarımıza gereken ilgiyi herkes gösterir.

“Memleketinin birinde bir töre varmış. Her şey töreye uygun yapılırmış. Buna göre elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış ihtiyarlar ücra bir köşede ölmeye bırakılıyormuş !.. Töreye uymayanlar ise ceza olarak öldürülüyormuş!.. Uygulama çok katıymış karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş.

Bu ülkede bilge bir adam ve onu çok seven bir oğlu varmış. Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış. Tam dönecekken “Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım” diye sormuş. Babası “Oğlum” demiş. “Sen beni sırtında taşırken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun !..” Oğul içinden “Bu adama kötülük yapılır mı?” diye geçirerek kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış. Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış!.. Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş. Bir gün tellallar yollara dökülüp “Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak” diye bağırmaya başlamışlar. Oğul bunu babasına iletince yaşlı adam “Bundan kolay ne var oğlum” demiş. “Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter!..” Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış!.. Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söyleyememiş! Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup “Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek” diye duyurmuşlar. Tabii oğul yine babasına koşmuş. Bilge, “Oğlum! Urganı taşa koyar üzerine gazyağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan!..” demiş. Böylece oğul sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış!.. Bir süre sonra yeni bir duyuru yapılmış “Her kim kağıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek!.. Koca ülkede hiç kimse çözüm bulamayınca oğul, soluğu babasının yanında almış.

Bilge ona da çözüm bulmuş “Çok kolay oğlum! Kâğıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın. Al sana kağıt içinde yanan ateş!..”  Oğul bu imtihanı da başarıyla geçince padişah “Sen bunları kendi aklınla çözemezsin. Sırrını açıklarsan, hem kızımla evlendireceğim, hem de hiçbir ceza vermeyeceğim” demiş.

Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış. Padişah dikkatle dinledikten sonra “Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile, akıl ve deneyimlerinden yararlanabilirmişiz” diyerek, töreyi kaldırmış!” Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir... Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş açınız genişler.

Sağlıklı ve huzurlu haftalar dilerim.