Doğanın içinde yaşayan insanlar, topluluklar her zaman biraz daha fazla geniş düşünür. Daha objektif bakmasını bilir, daha stabil bir hayat sürmeyi tercih ederler. Etraflarına bakındıkları zaman bile, daha geniş bir görüye sahiptirler.

Televizyonun tek kanallı olduğu dönemi benim kuşağım çok iyi bilir. Özellikle Pazar günleri yayınlanacak Western filmlerini sabırsızlıkla beklerdik. Maaile ekran başına kilitlenirdik. Hala da keyifle izlerim.

Filmlerde hep Kızılderililerin yaşamlarının nasıl olduklarını takip etmeye çalışırdım. Çok vahşi oldukları işlenirdi bu filmlerde ama ben hiç böyle olduklarını düşünemedim. Tam aksine bana göre hayatın sırrını çoktan çözmüş, doğa ile iç içe, doğaya saygılı, kendi hallerinde hayatlarını sürdüren yüce insanlar olarak görüyorum. Yürüyen Boğa’nın 87 yaşında söyledikleri beni doğruluyor.

1871 yılında doğan "Tatanga Mani" ya da Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney Kızılderili’si, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra'da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh'la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir:

"Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh'un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.

Biz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh'la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgâra övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.

Biz Yüce Ruh'un eserlerini her şeyde görürdük, güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgârda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık. Bu çok mu kötüydü? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir.

Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim, bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce ruh hakkında.

Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmeniz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar.

Eğer herkes bir başkası için bir şey yaparsa dünyada ihtiyaç içinde kimse kalmaz. Sadece bir kişiye yardım et. Şimdiki usul bu değil ama inanıyorum, insanlar bu yolu öğrenecekler.

İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbî katılaşır.

Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.

Şükredecek bir şey bulamıyorsan, içindeki kusuru ara.

Yapmamız gereken, her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.

Barış ve mutluluk her anda mevcuttur. Barış ve mutluluk her adımdadır.

Ruhun meseleleri için siyasi çözümler yoktur.”

Mutlu ve sağlıklı haftalar dilerim.