Uzun bir süredir sesim soluğum çıkmıyor, bazılarınız merak edip sordunuz “ Ne yapıyorsun, neden yazmıyorsun” diye. Çok incesiniz , çok teşekkür ederim. Ters giden hiç bir şey yok şükür. Yoğun çalışmalar, gezmeler tozmalar işine karıştığımdan bir türlü karalamaya fırsat bulamadım. Leyleği havada gördüm misali, bavulumu alıp atıyorum kendimi yollara. Pusula ne yönü gösterirse, çiziyorum rotayı o tarafa. Eşim çalıştığı için bana eşlik edemediğinden, arada randevulaşıp buluşuyoruz.
Şaka bir yana yine büyük bir gösteri arifesinde olduğumuz için, çok yoğun çalışıyorum aynı zamanda. 25 Mayıs Cumartesi saat 20:00’da E.Ü Atatürk Kültür Merkezi’inde, Tuana Spor Klubümüzün Nevbahar, Baharın Dansı Folklorik Dans Gösterimiz var. Dans etmek benim için bir tutku. Ayaklarımın üzerinde durabildiğim sürece, devam edeceğim şeylerden biri. Tutkularımızı her yaşta devam ettirebiliriz, yeter ki isteyelim.
Gelelim uzun bir aradan sonra yazacaklarıma. Çok eski bir aile olduğu için babamı Urla da bir çok kişi tanırdı. Bizim onunla çok güzel bir arkadaşlığımız vardı. Birlikte iş yaptık, kavga ettik, güldük eğlendik, oynadık, birlikte barlara içki içmeye gittik. Sert görüntüsünün altında melek gibi bir kalbi vardı. Dürüstlük onun bir numaralı kuralıydı. Pratik zekasıyla bazen hayretler düşürürdü beni. Öleli 21 yıl olmasına rağmen, hala onun yaptığı, söylediği şeylerin insanlar tarafından hazırlanıyor ve anlatılıyor olması beni çok duygulandırıyor. Bazılarını tekrar tekrar dinlemekten çok keyif alıyorum. Bazılarını ise ilk defa duymak hayretlere düşürüyor beni. Mesela yeni duyduğum hikayelerden birini paylaşayım sizlerle.
Doksanlı yılların sonları. Akşam üzeri, yaz aylarında, güneş kavuşmak üzereyken cadde üzerindeki evimizin balkonunda keyif yapmaya bayılırdı babam. Annemin yaptığı nefis yemekler ve mezeler eşliğinde iki duble rakısını yudumlarken etrafa bakınarak, gelip geçene laf atarak geçirirdi her akşamını.
Malum o zamanın gençleri akşam üzeri oldu mu, motosikletlerinin egzozlarını gürültüyle bağırta bağırta bir aşağı bir yukarı geçmeye bayılıyorlardı. Nasıl bir meraksa bu anlamış değilim. İlgili mercilere şikayet ediyoruz fakat hiç bir sonuç alamıyoruz. Her akşam aynı gürültüyle karşı karşıya kalınca babam bir akşam üzeri yol kenarında motosikletli gençlerden birini durduruyor. Bizde merakla bakıyoruz acaba ne anlatıyor diye. Sonra cebinden bir şeyler çıkarıp veriyor ve çocuk motoruna atlayıp gidiyor.
Soruyoruz babama ne olduğunu, ne söylediğini. Aldığımız yanıt “ Yarın akşamdan sonra bir daha caddeden geçmeyecekler gürültüyle” diyor. Biz inanmıyoruz tabi. Nasıl ikna edebilir, nasıl emin olabilir anlam veremiyoruz. Sonra “ görürsünüz, bekleyin ve görün” yanıtını alıyoruz.
Ertesi akşam yine balkonumuza masamızı kurmuş otururken bakıyoruz etrafta trafik polisleri dolanıyor. Caddeden geçen bütün motorları durduruyor, egzozundan yüksek ses çıkaran motorlara el koyuyorlar. Bunca zamandır hiç böyle bir uygulama yokken burada, şimdi neden birden başladı diye şaşkınlık içerisinde seyrederken biz, babamın bıyık altından güldüğünü fark ettik. Sorduğumuzda aldığımız yanıt karşısında şaşkına döndük.
Meğerse bir akşam önce durdurduğu motosikletli gence babam para vermiş. Bütün arkadaşlarını topla, buradan geçtiğiniz gibi bütün akşam size söyleyeceğim sokaktan geçin demiş. Çocukta parayı aldığı gibi babamın dediğini yapmış. Babamın söylediği yer ise Kaymakamın evinin bulunduğu sokak. Bütün akşam boyunca aldıkları harçlıkların karşılığını verircesine gürültüye sokakta gezmişler. Gürültüden rahatsız olan Kaymakam, birimlere verdiği emirle bütün motosikletleri toplattırmaya başlıyor.
Bu uygulama uzun süre devam ediyor ve bizim cadde üzerinde oturanlar da gürültüden uzak balkonlarında oturmalarının keyfine varıyor.
Çocuklar babamdan aldıkları harçlık karşılığında motorlarından olsa da küçük bir ceza ödedikten sonra tekrar geriye almışlar. Ama korkudan uzun süre gürültülü motor kullanan olmadı.
İşte böyle bazı sorunlara farklı yöntemler kullanarak çözüm üreten bir babam vardı benim. Yıllar geçmesine rağmen hala bu ve buna benzer bir çok ilginç anıları duymak, çevremdeki insanların bunları hatırlıyor olması çok güzel.
Şöyle bir tespit vardır hani, “ Seni tanıyan en son kişi öldüğü zaman hiç yaşamamış gibi olursun”. Gerçekten ne kadar da doğru. Ne kadar güzel izler bıraksak da arkamızda, bir gün hepimiz silinip gideceğiz. Onun için çok da hırslanmamak lazım bu hayatta. Yaşadığımız sürece kendi cennetimizi yaratmak sadece ve sadece kendi elimizde.
Keyifli haftalar dilerim, sevgiler.