Anneler Günü, yılın bir günü.
O bir gün boyunca televizyon ekranlarında gülen yüzler, kahvaltı tepsilerinde menemenler, kalpli kutular, kırmızı güller, “anneme en güzel hediyeyi ben aldım” yarışları…
Ama gerçek öyle değil.
Ben bu yazıyı kutlama için yazmıyorum.
Bu günü kutlamaya içi elvermeyen, susan, yutkunan, bağırsa boğazında düğümlenen binlerce anne adına yazıyorum. Çünkü bazı Annelerin bu günü kutlanamıyor. Keşke kutlansa!
Mesela bir tekstil atölyesinde sabahın köründe makine başına geçen, çocuğunu okula aç gönderen, akşam eve geldiğinde yine de “bugün Anneler Günüymüş” diye yüzüne bir gülümseme yerleştirmeye çalışan kadının günü mü bu?
Ya da evde üç çocuğa, yatalak kaynanaya ve işten eve gelince sinirini onlardan çıkaran bir adama bakan “ev hanımı”nın?
Ev hanımı! Yani sistemin emeğini hiç saydığı, kayda bile almadığı, görünmeyen işçilerin kadrosundaki annelerin...
Ya cezaevleri önünde bekleyen anneler?
Evladının suçsuzluğunu haykıran, ama sesi duvara çarpıp geri gelen kadınlar?
Gözleri mahkeme kapılarında kuruyan, belki bir fotoğraf, belki bir mektup bekleyen anneler...
Sürgünde, hücrede, yalnızlıkta çocuk büyüten, ana yüreğini posta kutularına teslim eden kadınların günü mü bu?
Ya her ayın başında ev kirası mı, mama mı, elektrik faturası mı diye karar vermek zorunda kalan, sosyal yardımla hayatta kalmaya çalışan yalnız anneler?
Devletin istatistiklerine “muhtaç birey” diye geçen, ama aslında dimdik ayakta duran koca yürekli kadınlar?
Ya da sırf “gitmek” istediği için öldürülen, yaşamak hakkını kullanamadığı için mezar taşına dönüşen anneler? Öldürülen kadınların ardından yetim kalan çocuklar mı kutlayacak bu günü?
Boş lafları bırakalım. Hangi annenin ayakları altına serildi cennet, bu ülkede?
Sabah evden işe giderken çocuklarını öpen ama akşam eve dönüp dönemeyeceğini bilemeyen annelerin mi? Gece boyunca apartman boşluğunda titreyen, “birileri duysun” diye dua eden ama ertesi sabah karakolda “barıştık” diye imza atanlar mı?
Sahi, Anneler Günü’nde hastane koridorlarında çocuklarına kemoterapi alan, bir umutla doktorun çıkmasını bekleyen annelerin sesi neden duyulmaz?
Evladının madde bağımlılığıyla mücadele eden, onunla birlikte her gün bir bataktan çıkmaya çalışan kadınlar neden görülmez?
Anneliği sadece pembe bir çerçeveye sığdırmak kolay.
Ama annelik bazen hastane kapısında beklemektir.
Bazen adliye önünde umutla dikilmektir.
Bazen karnını doyurmayıp çocuğuna yemek yedirmektir.
Bazen bir mezar başında dua etmektir.
Ve çoğu zaman, kendi hayatını susturup başkasının hayatını büyütmektir.
Ben bir yazarım, çizerim.
Sözcüklerle, renklerle geçimimi sağlıyorum.
Ama bugün kelimeleri süslemeyeceğim.
Bugün içimi kaldıran o suskunluğu yazıya dökeceğim.
Bu şartlarda Anneler Günü’nü kutlamayı çok da doğru bulmuyorum kendi adıma. Elbette bu benim görüşüm, isteyen istediğini yapar, saygı duyarım. Ben bildiğimi yazayım da…
Bu ülkenin anneleri, çiçekle değil, adaletle; çikolata kutusuyla değil, yaşam hakkıyla; kalpli kartlarla değil, insan gibi yaşamakla onurlandırılmalı.
O yüzden bu yazı bir kutlama değil, bir çağrıdır:
Annelere haklarını verin.
Emeği tanıyın.
Şiddeti durdurun.
Adaleti tesis edin.
Ve lütfen, kutlama yapmadan önce şu soruyu kendinize sorun:
Vahşi kapitalizm daha başka hangi değerleri ayaklar altına alacak, uydurma günler düzenleyip bu değerleri ayaklar altına alacak, tüketim çılgınlığına yol verecek?
Zaten bu manevi değerlerden başka neyimiz kaldı ki?
Yine de usulen, tüm yazıyı alaşağı ederek, gerçekten ANNE olan tüm annelerin, babaların, dedelerin, ninelerin, eniştelerin, yengelerin ve kan bağı olmadan da anne olmayı bilen tüm insanların gününü kutlarım.