“Yüzlerce Yıldır Karantinaların Ev Sahibi, Urla Karantina Adası Müze Oluyor”. Osmanlı döneminde karantina uygulamalarına ev sahipliği yapan Karantina Adası, bugün müze olmak üzere yeniden gündemde.
Günümüzün dünya genelinde birincil gündemi olan pandemi ve beraberinde getirilen kısıtlama uygulamaları elbette dünya tarihinde bir ilk değil. Özellikle 18. yüzyılda Avrupa ve Asya’da ortaya çıkan salgınlar, İspanyol gribi, veba, kolera vb. hastalıklar dünyanın yakın geçmişine izlerini bırakmış olaylar. Geçmişteki önlemler, salgınla mücadele yöntemleri ise kimi zaman bugüne ışık tutabilirken kimi zaman da geçmişin anısını muhafaza etmeye yarıyor. Salgınlarla mücadelede kurulan hastaneler, yapılar bugün birer müze, hafıza mekânı olarak da yeniden karşımıza çıkabiliyor. İzmir’in Urla ilçesinde bulunan Karantina Adası geçmişten bugüne hafızayı tazeleyen, bugünün sıcak gündemine geçmişten yeni bir bakış sunan bölgelerden biri. Karantina Adası’nda restorasyon çalışmaları, adayı müzeye dönüştürme fikriyle beraber başladı. Adada bulunan ve hepsi geçmişteki salgınlar için inşa edilmiş karantina yapıları, hastaneleri bugünden bir bakışla ziyaretçilere hem geçmişi hem bugünü ve insanlık tarihinin salgınlarla mücadelede geliştirdiği yöntemleri yeniden tanıtacak. 1800’lerden bugüne Karantina Adası, Osmanlı döneminde kurulmuş yapılara ev sahipliği yapıyor. Fransız mimarlar tarafından doğrudan karantina amacıyla inşa edilen yapıların tarihi 1865 yılını işaret ediyor. Esasen İzmir’de karantina uygulamasının tarihi 1840’lara uzanıyor. 40’larda İzmir içinde kurulan Karantina semti, 60’ların ortasından sonra Urla’ya taşınıyor ve bilimsel temellerle inşa edilen yapılara ağırlık veriliyor. 323 bin metrekarelik bir alana yayılan Karantina Adası’nda bugün mevcut 16 yapı restore edilmeye başlandı. 600 kişilik kapasitesi olan bu yapılar 1865-1869 yılları arasında karantina uygulamaları için yoğun olarak kullanılmış ve sonrasında Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar da faaliyet hâlinde olmuşlar. Kurulduğu döneme göre oldukça ileri bir teknoloji kullanarak oluşturulan yapılar ve içinde yer alan malzemeler bugüne de ışık tutacak nitelikte. Hatta bu yıl yaşadığımız Covid-19 sürecinde de bölgede karantinada kalması gereken kişiler için bu ada pandeminin ilk 6 ayında kullanıma açıldı. İlk kurulduğu dönemde Karantina Adası’ndaki karantina faaliyeti, çoğunlukla uluslararası seyahat ve ticaretin zarar görmemesi için yapılıyordu. Limana gelen gemilerdeki yolcu ve mürettebatların sağlık kontrolü, eşyalarının ve kıyafetlerinin yüksek derece buharlı makinelerde dezenfekte edilmesi için gereken işlemlerin yapılıyor ve gerekli durumlarda riskli kişiler 1-2 hafta adada konaklatılıyordu. Dezenfekte işleminin gerçekleştirildiği binaya o dönem Tedbirhane, ana binaya ise Tahaffuzhane deniliyordu.
Aslında “Tahaffuzhane” büyük ve küçük olmak üzere iki yapıdan oluşuyor. Her biri “Korunması Gereken Kültür Varlığı” kategorisinde yer alan 16 binadan Tahaffuzhane binaları 1. dereceden, diğerleri ise 2. dereceden kültür varlığı kategorisinde. Aynı zamanda büyük limanlarda kurulan sağlık merkezleri anlamını taşıyan Tahaffuzhane, müzeye dönüştürülecek olan ana yapı konumunda. Yapının mimari anlamda müzeye uygunluğu da restorasyon sürecinde ek bir bina yapılmasına gerek bırakmıyor. Tamamı sit alanı kategorisinde yer alan ve antik Klazomenai kentine ait kalıntıların da yer aldığı Karantina Adası, dünya üzerinde diğerleri ABD ve Hırvatistan’da bulunanlarla beraber tescilli 3 karantina adasından biri. Bugünün gündemiyle yeniden ilgi ve merak uyandıran, dünya üzerindeki sayılı örneklerden Urla Karantina Adası, müzeye dönüşerek tıp, teknoloji, mimari ve tarih gibi pek çok alanda hafızalarımızı tazeleyecek bir hazine yaratacak.
Benim her zaman gezip gördüğüm yerlerden bir tanesi olan adayı ilk gördüğümde çocuktum karantinada hayvanlarımıza ot toplar yedirirdik. Sonraki yıllarda adayı çam ağaçları ile süsleyen yine bizlerdik. Müze olacağı haberi beni gerçekten çok etkiledi orada yaşanan acı hayatları bir daha yaşamamak adına bir anıt örneği olacağı düşüncesi beni heyecanlandırıyor. Dilerim müzeyi gezecek kişiler için ibretlik bir yer olur. Müzelerin bir milletin izleri olduğunu düşünüyorum, geçmişe değer aktarımı alanları gençlerimizin geleceğe güvenle ilerlemesini sağlayacaktır. Bir kızılderili şefin küçük bir çocuğu doğayla iç içe eğitimini anlayan “Küçük Ağacın Eğitimi” adlı kitabı okuduğumda geçmişin geleceğe yaşatarak anlatılması gerektiğini yakından öğrenmiş oldum. Müze bu deneyimlerin en güzel aktarım noktaları. Benim “Kültür Durağı” dediğim bu yerlerin çoğalması dileğiyle kültürle kalın, sevgiyle kalın. Bu günü yaşayan Karantina Ailesine ve tüm Urla sevenlerine sevgilerimle!