Uzun yıllar yaşama şansını yakaladığım, hayat kaynağım olan Urla’nın çarşılarındaki herkes tarafından doyasıya yaşanan dostlukların bende bıraktığı derin izlerini sizlerle paylaşmak istedim.

Gençlik yıllarımı yaşadığım bu güzel esnaf kişilerden gördüklerimi, siz can dostlarla paylaşarak o günün Urla’sını anlatmak istedim.

O tarihlerde hiçbir esnaf ve sanatkar, hayırlı işler arkadaşlar demeden geçmezdi çarşımızdan bu gün bile ne günlerdi diye hayıflanıyorum. En çok buluşma ve toplantı yerlerimiz, kahvehanelerdi. Ben Malgaca pazaryeri ve mermer Çeşme’de açtığım dükkanlarımda, bunları doya doya yaşadığım için bu günü yaşayanlarla bunları paylaşmak istedim dostlar hoş geldiniz !!

1940 Yıların Urla'sında hemen her kahvehanede granit taştan oyulmuş dibekler vardı. kahvehanelerde çalışan işçiler olurdu bu işçilerin içinde Ocakçı dediğimiz işçiler sabahın köründe gelir, bir gün önce Kömürcü Raşit amcadan aldığı kömürlerin büyüklerini bir taşın üzerine koyup, eline aldığı demir maşasının tersiyle o büyük kömürleri kırar, o zamanlar maltız dedikleri ocağa itinayla dizerdi. Ve hazırlamış olduğu ocağını ateşleyip beklerdi suyun ısınmasını. Ocağın alt tarafı Bazı kahvelerde kapakları olan bir dolaptı o zamanlar. Benim 52 yıllarında dükkan açtığım Malgaca Pazar yerinden 54 yılında Mermer çeşmeye geçince çevremde mermer çeşmeyi süsleyen üç adet Kahve vardı. Bbirisi Halk parti kahvesi can dostum Yaşar Ercansungur ağabey lakabı Fin Fin Yaşar’dı marangoz mobilya imalat dükkanımın sağında. Solunda da Değirmenci Ahmet ağabeyin işçi kahvesi vardı. Üçüncü kahvede Urla’nın meşhur Deveci kahvesi olan o tarihlerde Deveci kahvehanesi idi, çok sonraları adı değişerek Hacı Hüseyinlerin, Avni ağabeylerin kahvesi oldu. Bu kahvehanenin pencereleri bir perde ile örtülü olurdu. Her kahvenin değişik işçileri olurdu. Ocakçılar bu kahvelere çok erken gelirlerdi, eğer semaverde bir arıza olduğunda, meşhur Tenekecilerden Mahmut ağabey ile Hüsnü'nün çatlağını yaptığı deliğini lehimlemekten usandığı semaveri yerleştirdikten sonra buhar bacasına porselen demliği oturturdu.

Türkiye de o zamanlar çay Ziraatı olmadığı için kontraplak kasalarda Seylan'dan gelen dökme çay içilirdi.

Demliğe çayı koyup haşlar. Çay artık 20 dakika sonra servise hazır hale gelirdi. Saat 6 olmuştur. O sırada garson gelir önlüğünü takar her tarafı ve kapı önünü süpürür masaları silip temizler ve iskemleleri masaları bir düzene sokar.

İlk müşterileri gelmeye başlamış komşu esnaf ve arastadan bir, bir açılan kepenklerin sesi gelmektedir.

Öğlen vaktinden evvel, sabahleyin çayını kahvesini içen işine gitmiştir.

Geriye kalan beş on yaşlı kimse de bir iki kişi hariç öğle yemeği için dağılırlar.

Garson Tahmis Hakkı'dan alıp getirdiği çekirdek kahveden bir iki avuç dibeğe kor, neredeyse bir kilo ağırlığa ulaşan demir havan eli ile döver.

Çok sonraları 50 Cm. uzunluğun da 20/25 cm eninde cilalı tahtanın bir ucuna monte edilmiş metal aksamlı mekanik düzenekli ve mili üstünde çevirme kolu olan değirmenler, bu taş dibeklerin yerini almıştır.

Değirmende öğütme yaparken, sağa sola oynayıp kıpırdamasın diye, öğüten kişi tahtanın boşta kalan diğer ucuna bir güzel oturup sabitlenmesini sağlardı. Garsonun müşteriye servis yapması icap ettiğinde değirmeni bırakır kahve müşterilerinden bileğine güvenen herhangi birisi O'nun yerini alırdı.

Ruhları şad olsun.

Halk parti idare binasında yapılan toplantılarda biz Çeşme altından Ulamışlı Hüseyin ağabeyle yazmanlık yaptığımızı unutamam parti başkanımız Adil Baltalı idi. Kongre yapılır alınan kararları daktilo olmadığı için elle yazardık.

Mermer çeşmedeki Deveci kahvesinin önemi başkaydı. Her bahar güreş mevsimi gelince süslenmiş olan güreş develeri sıralanırdı. Evliya Çelebi’nin yetmiş iki çeşit üzüm aşısı var diye bahsedip yazdığı, Kara Mahmutoğlu üzüm mağazasından başlayan, meşhur asmanın altında sıra sıra güreş develeri bağlanır, süslü ziller, havutlar çarşıya renk katardı.

O hatıralar hala belleğimde yaşıyor dostlar sizde bunlarla kalın !!