Nereye böyle? Her şey son dakika değişir, bitti dediğin yerden öyle bir fırlayarak kalkarsın ki! Ölmüyor muyum yani? Beş yıl önce konan hastalık tanım ve süreci bitmiş, geçmiş. Bir daha baksak sonuca doktorcum deyip Azeri doktorumla gülmelere gark olduk, “Naptın kızım sen beni de şaşırttın, hadi git yaşa hayatını” diyen doktorumun vefat ettiğini duyunca bana söylediği söz geldi aklıma “kimsin sen! Gitmeden gelmişsin, bu kadar kişi randevu için sıra beklerken tek telefonla bana ulaştın. Sadece çok şanslıyım İyi edecek doktor hastanın telefonunu açar “ demiştim tedavi sürecim kahkalarla başlamıştı. Azeri dili çok tatlıydı anlamaya çalışıyordum. Anlama derdi ben hep iyi bir şey söylerim. Aynı dönemde babam vefat etmişti ve içim çok acıyordu, özlüyordum. O sırada bir yandan da kendimdeki sözleşmeleri bulup iptal ediyordum. Babam ölürse yaşayamam, ben de ölürüm dediğim yılı ve anı yaptığım NLP çalışmalarımda buldum ve bu sözleşmemin beni öldürmek için çalıştığını farkettim. Neden diye sorsam sen istedin diyecek zaar. Bende en olması gereken şekilde Nasılın peşine düşmüştüm. EFT tekniğiyle duygumu dengeye getirdim. Sürekli çalışıyordum. Master olduğum tüm şifa tekniklerimi kendimde uygulamaya başlamıştım.

Hastalık bedene girmişti tıp ve alternatif tıp doktorlarından destek alınacaktı. Onu da hallettik. Yıllarca benimle ülkeler arası çalıştı, Türkiye’ye gelecekti, gelemeyince o da ben de çok üzüldük şifacılığı üst boyuttu, “ışınlanır yine aktarırım sana o şifayı” dedi ve hiç tanımadığım birinden yüzünü görmediğim bir palyaçodan “ver ellerini” diyerek sokak ortasında aktarmıştı son tedavimi... Müthiş bir deneyimdi benim için farkında olmanın dayanılmaz hafifliği benliğimde var olmuştu.

Nazara gelmek, o gözle bakmak ne hoş, nazar kimin baktığıyla önemli elbet, nasıl aldığın daha da önemli püf noktasını bulmuşsan en tabiisinden..

Kimsenin bilmemesi en büyük artımdı, kafam karışmıyor, işlerimi kendimce yoluna koyuyordum. Hastalık içeride ben de gizliydi etrafa anlatıp onu meşhur edip enerjisini yaymıyordum. Kendi kendine kalmıştı, küçüktü planım onu büyütmeden sağlıkla iyileştirmek dönüştürmekti, öyle de oldu, şükürler olsun.

Bir anda değişen yeniden başlama olayı vuku bulmuştu. Umudun her daim olması bende çiçekler açtıracak, meyveler vermemi sağlayacak,  bahşedilen bırakmanın hafiflemenin verdiği huzur hediyemdi.

Yeniden başlamak mı, aman Allah’ım bitti dediğim her şeye farklı bakmaya bir daha mı! Ay çok müthiş mükemmel şarkılardaki, romanlardaki fantastik çarpıcı ana giriş başlıkları gibi mi, yoksa kozmik mi?..

Aynı şeyleri bir daha bir başka ben ile yeniden birlikte anda illaki SENinle birlikte yaşamak.

Küçük bir çocuğa anlatır gibi sil baştan öğrenmek, kendine öğretirken “Öğretmenim öğret bana” derken kendinin öğrencisi olmak...

Güzelmiş dosdoğru gitmek, oldu şimdi ölüyordum, ben ölmedim döndüm bak yine yeni bende bir BEN olarak.

Boşalttığın evi tekrardan kurma misali, göçüyordum derken “hadi hadi kalk tamamlan ben senden daha yorgunum” diyen dış sese, iç ses olarak verecek cevap aramamak, hatta düşünmeyi bırak, verecek bir cevap hissetmemek...

Etrafımdan kişiler hızlı bir şekilde çıkış yapıyordu, müthiş bir çekim gücü vardı. Bir kompresör yardımıyla çekiliyorlardı sanki bu taraftan olan itim gücü ise bende kalsın.

Otuz yıl önce; bir ölme hali gidiş “bedenen yokum anne“ diyen bir his bir canın ardından “Ölmek bu kadar kolay değil“ diye mısralara serpiştirmişim bu cümleyi, bakmışım akmış, şiir olmuş. Bir kaç mega, giga vb bite/lık travma geçirdikten sonra yazmışım, yazmışım, yıllar öncesinde yazdıklarımı bulmuş hiç değiştirmeden o mis kokulu duygularıyla tekrardan okumuşum ve bu ben miyim sorusu gelmiş bir sesten...

Yaşama açılan bir pencere olduğumu fark etmiş kanatlarımı sonuna kadar açıp fırlamışım uçarak.

“Yeniden yaşamak çok güzelmiş” diye diye uçmak sevinçten...

Bedene de gelmiş müjde, ayaklar o zaman yere basmış, “şaka yaptık, hadi kalk, biraz daha yaşa” dendiğinde, bir yıl önceki bu haberi sende çok yaşa diye saçını süpürge etmeden değerli katkı olabildiği her alanda biraz koşarak, az düşünerek çok hissederek, bazen çenesi düşecek kadar konuşarak, çoğunlukla susarak uygulamaya geçirmek, sonuçta olay, sahne, ekip, oyuncular, senaryo, baş rol, ışık hepsi senin tiyatron, tek kişilik oyundur bu aslında, “perde” dersin başlar, “perde” dersin biter. Başlangıçla bitiş arasında perde kalkmışsa ne alâ oyun düzen yolunda akar.

Ölüm denen olay kişinin dünya toprağına bedenini bırakıp ruhunun yuvasına dönmesidir.

Ölümsüzlük eserdir, niceliktir. Ölümden korkmak, geldiğimiz yeri hatırlamamaktan kaynaklandığı için tek yaşam alanını dünya sanırız, ilk sanrımız da budur. Giderken hiçbir şey götürmeyeceğiz, gelirken getirdiğimizi yaratılmış olmanın huzurunu, tanrısal bakış açısıyla, bilinçle götürsek ne güzel olur.

Dünyada yaşarken bedenen hastalanmak ölmek, bedeninden ayrılmak istemek ya da istememek ölürsem diye korkmak, ölmeyince sevinmek insani duygulardır. Bedene iyi bakmak düşünceleriyle, hisleriyle, sözleriyle, gördükleri, duydukları, yedikleriyle, görüştüğü kişiler, ona yaptırdığı doğru işlerle onu yaşatabilmektir. Onunla iletişime geçmek onunla tanış olmak ruhla bir olmak kendimizdeki tam ve bütünlüğü sergilemektir. Bunu sadece kendimiz yapabiliriz, bu yolda yalnız değil, tekiz desteklerimiz ise hali hazırda hep yanımızda olur.

Sevgi ve umut ile...