İlk kez 19 Haziran 1910'da bir Amerikan İç Savaşı gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd’un girişimiyle Washington'un Spokane şehrinde kutlanan ‘Babalar Günü’ yasal olarak ise 1972 yılında ABD Başkanı Richard Nixon'ın imzasıyla Haziran ayının üçüncü Pazar gününün ABD'de resmi tatil ilan edilmesiyle beraber dünyanın birçok ülkesinde de bu tarihte kutlanmaya başlandı.
Sonora S. Dodd’un annelerinin yokluğunda 5 kardeşiyle beraber kendilerini tek başına büyüten babasına sevgi ve şükranlarını ifade etmek için girişimde bulunduğu ‘Babalar Günü’, babaların ve baba figürlerinin çocuklarının hayatlarına yaptıkları katkıyı takdir etmek için 114 yıldır dünya çapında kutlanıyor.
Yaşımız kaç olursa olsun baba figürü hayatınızın en önemli aktörüdür. Ailenin temel direği olarak görülen, güvenin, sevgi, saygı ve otoritenin sembolü babalar, bir çınar ağacı gibi gölgesinde huzur bulduğumuz varlıklardır. Bizleri hayata hazırlayan, destek olan, sevgisi ve güveni daima aranan babalarımız, vazgeçilmez değerlerimiz, hayat zenginliğimizdir. Çocukların ruh sağlığının, zihinsel, akademik, sosyal ve bilişsel yeteneklerinin gelişiminde anne kadar babanın rolü de çok önemlidir.
Baba faktörü aynı zamanda çocukların özgüven, sorumluluk, aidiyet duygusu, karakter ve cinsel kimlik oluşumunda, başarısında, düşünselliğinde, sosyal-duygusal gelişimi gibi birçok değerin kazanılmasında kilit rol oynar.
ATATÜRK VE HİTLER’İN ORTAK VE ZIT YÖNLERİ
Dünya tarihine yön veren liderlerden Atatürk ve Hitler’de de baba faktörü çocukluklarından kitleleri peşlerinden sürüklemelerine dek önemli rol oynar. Biri barış diğeri savaş yanlısı iki lider zıt karakterleriyle adeta siyah ve beyaz kadar ayrılırken, grinin 50 tonundaki bazı noktalarda da birleşirler. Biri şefkatle, diğeriyse şiddetle büyütülen iki lider de çocukluk yıllarında yetim kalır. Annesinin ‘Sarı Mustafam’ diye seslendiği Atatürk huzur ve sevgi dolu bir aile ortamında mutlu bir çocukluk geçirirken, Hitler ise otoriter, mesafeli ve aşırı sert babasının eve döndüğünde nasıl bir ruh halinde olacağı ve yine kırbaç şaplaklarına maruz kalıp kalmayacağı endişesiyle korku içinde mutsuzluğun hüküm sürdüğü bir çocukluk geçirir. Atatürk’ün çocukluk yıllarından itibaren çevresinde hep birçok yakın arkadaşı olurken, Hitler’in ise hayatı boyunca sadece tek bir yakın arkadaşı olur. Atatürk, 57 senelik ömrünün çoğunu askeri okullarda, cephelerde geçirirken, Hitler ise fiziğinin yetersiz bulunması sebebiyle askerlik için elverişsiz sayıldığından orduya alınmaz ta ki I. Dünya Savaşı çıktığında, savaşa gönüllü olarak katılma başvurusunun kabulüne dek ‘askerlik’ hayatında yoktur.
DÖRDÜNCÜ ÇOCUK OLARAK DOĞARLAR
Her iki liderin de babası gümrük memuruyken Atatürk’ün babası eşi Zübeyde Hanım’la mülayim bir yaşantı sürerken, Hitler’in babası üç evlilikle fırtınalı bir hayat yaşar. Atatürk işten eve gelen babasından sevgi dolu bir kucak alırken, Hitler gayrimeşru bir çocuk olmanın ezikliğiyle büyüyen öfkeli babasının kırbaçlarına maruz kalır. Her iki lider de ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelirken, Atatürk 1881’de, Hitler 1889’da dünyaya gözlerini açar. Atatürk’ün iki Hitler’in üç kardeşi difteri salgınında ölür. Anneleri dinlerine bağlı olan iki liderin, kardeşleri salgın hastalıkta öldüğünden kendilerine aşırı düşkün olan annelerince büyük bir sevgi, koruyuculuk ve şefkatle büyütülürler. Her iki lider de tek evlilik yaparken, Atatürk’ün evliliği iki yıl, Hitler’in evliliği ise 40 saat sürer. Çocukları çok seven Atatürk manevi evlatlar edinirken, Hitler tek bir çocuğu ile himayesine almaz.
HER İKİ LİDER DE KİTAP OKUMAYI ÇOK SEVER
Her iki lider de kitap okumayı tutkuyla sever. Atatürk’ün okuduğu kitap sayısı resmi olarak kayıtlarda 3 bin 997 olarak görünse de kayda geçmeyen ve not alarak üzerinde çalıştığı bir o kadar daha kitabı olduğu bilinir. 14 kitap kaleme alan Atatürk, Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul ile milliyetçiliği, Namık Kemal ile vatanseverliği, Tevfik Fikret ile inkılapçılığı, Jean Jack Rousseau ile yurttaşlık bilincini, Montesquieu ile cumhuriyetçiliği, Voltaire ile bilimselliği ve akılcılığı öğrenirken, Berlin'de intihar etmeden önceki son anlarına kadar beraberinde hep kitap bulunduran Hitler ise okuduğu ırksal teoriler ve antisemitizm üzerine yayın yapan dergiler ile gazetelerin, Sosyal Demokratik yayınların, bunların yanı sıra milliyetçi ve burjuva basının Marksizm karşıtı makalelerinin etkisinde kalarak düşüncelerini şekillendirir. Tanrıların ve Kahramanların Efsaneleri, Germen Mitolojisinin Hazineleri de okuduğu kitaplar arasındadır. Hitler'in yaklaşık 6 bin cilt kitabının bulunduğu ve her birini okuduğu iddia edilirken, insanların, ırkların ve ulusların eşit olmadığı ve bu eşitsizliğin doğal düzenin bir parçası olduğunu savunduğu "Mein Kampf" - Kavgam adlı kitap ve bu kitapta yayınlanmayan devamı niteliğindeki Kavgam 2 adında iki kitap kaleme alır. Ayrıca Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’nın Avrupa’daki önem ve etkisini kendince yorumladığı Balkanlar ve Türkiye kitabı, Siyasi ve Özel Vasiyetim adlı kitaplar ile sözlerini içeren ortak yazdığı beş kitapta da imzası vardır.
BİRİ MİLLETLER ARASINDA KARDEŞÇE BİR İNSANLIK HAYATI İSTERKEN, DİĞERİ MİLLETLERİ AYRIŞTIRARAK BÜYÜK KATLİAMLAR YAPAR
1933 yılında iktidara gelindiğinde, “ein volk, ein reich” (tek millet, tek devlet) sloganıyla bütün Almanları aynı ideal etrafında toplamayı başaran Adolf Hitler intihar ederek 56 yaşında, ömrünün çoğunu askeri okullarda, cephelerde geçiren, bir ulusun sorumluluğunu omzunda taşıyarak yeni baştan bir ülke inşa eden ve ölümüyle ülkesi dahil birçok ulusu yasa boğan Atatürk ise hasta yatağında 57 yaşında hayata veda eder. Hitler’den sekiz yıl önce doğan ve ondan yedi yıl önce hayata gözlerini yuman Atatürk'ün en büyük ideallerinden biri olan milletler arasında kardeşçe bir insanlık hayatı meydana getirmek olurken, üstün Alman ırkına inanan Hitler ise bu doğrultuda hareket ederek Yahudiler, çingeneler, engeliler başta olmak üzere milletleri ayrıştırarak büyük katliamlar yapar. Her iki lider de müthiş ikna güçleriyle halklarını kendilerine inandırarak peşlerinden sürekler. Biri ülkesini işgalden kurtarıp milletine zaferi ve çağdaş medeniyeti hediye ederken, diğeri ulusuna mağlubiyeti, çöküşü ve trajediler yaşatır. Her iki lider de 1.Dünya Savaşı’ndan ağır yenilgi alan ülkelerini devrimleriyle ayağa kaldırır ve hemen hemen aynı dönemde ekonomik kalkınma hareketine girişir. Hatta Almanya, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunur.
BİRİ DAHİ BİR KOMUTAN DİĞERİ KÖTÜ ŞÖHRETLİ DİKTATÖR OLARAK ANILIR
Her iki lider de bir dönem sanata merak salar, Atatürk şair, Hitler ise ressam olmak ister. Sanattan vazgeçtiklerinde de (Atatürk’ü öğretmeni ikna ederken, Hitler büyük hayali olan Sanat Akademisi sınavını kazanamaz) askerlikte yol alarak yaptıklarıyla dünya tarihine damga vuran liderler arasına girerler. Biri ülkesinin dört bir yanı işgal altındayken bile karamsarlığa kapılmayıp, eşsiz vizyonu ve askeri dehasıyla ülkesini uçurumun kenarından kurtarıp, milletinin özgürlüğünü yeniden kazanmasını sağlayan ve yepyeni bir devlet kurmayı başararak adını “dahi bir komutan, eşsiz bir lider ve devlet adamı” olarak altın harflerle, diğeriyse savaş başlatıp, milyonlarca kişinin ölmesine ve insanlık dışı katledilmesine sebep olarak adını “XX. yüzyılın en güçlü ve kötü şöhretli diktatörlerinden birisi” olarak tarih sayfalarına yazdırır. Ordularını denize döktüğü düşmanları tarafından dahi takdir edilen ve Başbakanları Venizelos tarafından “Nobel Barış Ödülü”ne aday gösterilen Mustafa Kemal, gönüllerinde taht kurduğu milleti ve başarılarına saygı duyan diğer uluslar tarafından sevgiyle, tarihin en acımasız liderlerinden olan Hitler ise kendi milleti dahil, özellikle katlettiği Yahudiler başta olmak üzere tüm ülkelerin ulusları tarafından nefretle anılır.
ÇOCUKLUĞUNDA GÖRDÜĞÜ SEVGİ VE BİRLİK VATANINI KURTARMADA VE İNKILAPLARINDA YOL GÖSTERİR
Kişilik ve karakterinin geliştiği çocukluk yıllarında huzurlu, sıcak ve sevgi dolu bir aile ortamında büyüyen Mustafa Kemal, çocukluğunda yaşadığı aile içinde birlik, beraberlik, güven, sevgi ve yakınlığı, ilerleyen yıllarda uçurumun eşiğine gelen ülkesini parçalanmaktan kurtarmak için kendine yol gösterici bir ışık yapar. Türk Milleti’ni tarih sahnesinden silmeye çalışan düşmanlara karşı, ailesinde gördüğü güzel ve zor günlerdeki birlik ve beraberlik ruhunu zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren halkına aşılayarak bir çocuğun elinden tutan bir baba gibi ulusunu sevgiyle birleştirerek ayağa kaldırır. Çocuk yaşta babasını kaybedince, yetim kalmasıyla gelişen ‘güçlenme içgüdüsü’, kendi kendine karar verme yeteneği ve özgüveniyle savaş meydanlarında eşsiz bir komutan rolünü üstlenerek büyük bir hızla çöküşe doğru giden ülkesini zafere ulaştırır. Çocukluğunda sevgi dolu bir ortamda büyüdüğü ve ülkesindeki yaşam zorluklarını iyi analiz ettiği için de inkılapçı yönüyle ortaya koyduğu yenilikleri sevecenlik ve empatiyle yapar.
BABASIZLIĞIN KALBİNDE YARATTIĞI SIZIYI MANEVİ EVLATLARIYLA DİNDİRMEYE ÇALIŞIR
Babasını henüz 12 yaşında kaybedip, yetim kalınca “babasızlığın” ne demek olduğunu iyi bildiğinden zor durumda olan çocuklara “babalık” yapar. Babasızlığın kalbinde yarattığı sızıyı manevi evlatlarını büyütüp, vatana ve millete hayırlı kişiler yaparak dindirmeye çalışır. Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü (Adatepe), Nebile (İrdelp), Rukiye (Erkin), Zehra (Zühre) adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edinir. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine alır. Bütün çocukları evladı gibi gördüğünü her fırsatta dile getiren Atatürk, bağımsızlığımızın ilanı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş gününü çok sevdiği çocuklara 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak hediye eder.
ATATÜRK SEVGİYLE, HİTLER KIRBAÇLANARAK BÜYÜR
İki farklı aile yapısında ve hayat şartlarında yetişen Atatürk ve Hitler’in daha çocukluk dönemlerinde gelişen kişilik yapıları tüm hayatlarını şekillendirir. Bir çocuğun kişiliği, öncelikle aile içinde anne-babası ile etkileşimi sonucu gelişirken mutlu ve sevgi dolu bir ailede büyüyen Atatürk’ün, hayatının her evresinde duygularının ana dokusunu insan sevgisi oluşturur. Yetiştiği ailenin ve hayat şartlarının etkisiyle Atatürk, kendisiyle ve çevresiyle barışık, özgüvenli, iyi kalpli, barış yanlısı, insancıl, pozitif, sabırlı, sevecen, insan haklarına saygılı, fedakar, insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı yapmayan, insanlara karşı son derece müşfik ve hoşgörülü biri olurken, uyumsuz ve mutsuz bir aile ortamında, otoriter babasından ne zaman kırbaç yiyeceği endişesiyle büyüyen Hitler ise çevresindeki dünyayla kavgalı, kin tutucu, küçümsemeye, suçlamaya, zulmetmeye eğilimli, eleştiriye tahammülsüz, memnuniyetsiz, intikam arayan, dik başlı, ırkçı, zorbalık eden ve dikkat çekme ihtiyacı olan biri olur. Durum böyle olunca da tarihe damga vurmuş iki liderden biri halkı ve dünya ulusları için bir kahraman olarak, diğeri ise milyonlarca kişiyi insanlık dışı uygulamalarla katleden bir cellat olarak anılır.
BİR ‘KAHRAMANIN MI’ YOKSA BİR ‘CELLATIN MI’ ANNE-BABASI OLACAĞINIZI KENDİNİZ BELİRLİYORSUNUZ!
Bir çocuğun huzurlu, mutlu ve sevgi dolu bir aile ortamıyla sevgisiz, huzursuz, baskı, şiddet dolu bir aile ortamında büyümesinin ve bunun sonucunda nasıl bir kişiliğe bürünüp, neleri ne kadar, nasıl yapabileceğine tarihin seyrini değiştiren iki lider en güzel örnektir. Onun için aileler evlatlarını yetiştirirken, babalar çocuklarına el kaldırmaya kalkışırken bu iki önemli örneği göz önünde bulundurmalı ve evlatları için olumlu-olumsuz her ne yapıyorlarsa bir kez daha düşünmelidirler.
Ailenin çocuğa yaklaşımı ve tutumu ile babanın olumlu ve nitelikli ilgisi bir çocuğun kişiliğinin gelişmesinde ve ileriki yaşlarında atacağı adımlarda etkin rol oynadığından; ebeveynler ‘kuş ne görse ovada onu işler ovada’ misali ‘bir kahramanın mı’ yoksa ‘bir cellatın mı’ anne-babası olacağını kendileri belirliyor.
Çocuklarını sevgi, ilgi ve şefkatle büyüten tüm babaların, baba adaylarının, babalık misyonu taşıyan tüm erkekler ile çocuklarına hem annelik hem de babalık yapan tüm annelerin ‘Babalar Günü’nü kutluyor, rahmetli babamı özlem ve sevgiyle, yok edilmek istenen halkına baba gibi sahip çıkarak onlara vatanı, özgürlüğü ve cumhuriyeti armağan eden, adını Türk ve dünya tarihine altın harflerle yazdıran, yüreği millet ve insan sevgisiyle dolu ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve saygıyla, ebediyete intikal etmiş yüreği güzel tüm babaları da rahmetle anıyorum. Çocuğuna travmalar yaşatıp, milyonlarca insanın ölümüne neden olan Hitler’in babası Alois’i ise bu nazik anmaların dışında bırakıyorum.
Fulya OMAÇ / İZMİR