“Oysa bu insanlara sorsanız, yüzde doksanı kadına şiddeti kınıyorlardı… Hem de kadına şiddeti, şiddetle(!) kınıyorlardı… Belki de birkaç saat önce kendilerinden daha akıllı telefonları sayesinde sosyal medyada birkaç paylaşım bile yapmışlardı… Bu nasıl bir ikiyüzlülüktü böyle? İşin aslı Süpermen gibi konuşmak kolaydı da o kırmızı donu, taytın üzerine giyip dışarı çıkabilmek her babayiğidin harcı değildi işte…” cümleleri ile bitirmiştik bir önceki yazımızı ve o dönemde yaşadıklarım, herkesin kahraman olamayacağını net bir şekilde öğretmişti…
Örneğin birkaç yıl önce kadına yönelik şiddet ile ilgili gelen ihbar üzerine olay yerine gitmiştik… Bahsi geçen olayda adam boşandığı eşinin evine gidip, kapı açıldığı an hiçbir şey söylemeden pompalı tüfek ile rastgele ateş etmişti… Yağan yağmurun akan kanla ile birleştiği o gece, dönemin yetkili emniyet mensubuna “olayın sebebi nedir?” diye sorduğumuzda; “boşanma sonrası kıskançlık… Laf aramızda kadın da hafif meşrepmiş…” deyip bıyık altı gülünce nevrim dönmüştü…
Emniyet Müdürü’ne, “Yani hafif meşrep olunca biri tarafından öldürülmek normal öyle mi? Eğer herkes, hayat tarzını beğenmediği birini öldürme hakkını kendinde bulacak ve siz bu durumu bu kadar rahatlıkla kabullenecekseniz, o zaman niçin emniyet birimi var?” deyip hızla uzaklaşmıştım yanından…
Oysa işini hakkıyla yapan harika polislerimiz de var… O geceden takribi beş yıl önceydi…
Kendi yaşadığım olaylar silsilesinde bir gece biten ilişki ile ilgili konuşmak istediği için evime gelmiş, konuşmak istemediğim için kapıyı açmayınca da apartman kapısına zarar vermişti… O sırada çıkan gürültü ve arbededen bütün apartman ayağa kalkmıştı…
Olay sonrası Güzelyalı Karakolu’na şikâyetçi olmak için gittiğimizde babacan, dünya iyisi bir polis ilgilendi bizimle… Ben durumu anlatırken sürekli çalan telefonum polisin dikkatini çekmiş, arayanın o olduğunu öğrenince de telefonu kendi cevaplayıp ifade vermek için karakola gelmesi gerektiğini söylemişti…
O, ifade vermek için karakola geldiğinde, beni de polis eşliğinde telefonumda ki hakaret ve tehdit mesajlarını kayda almak için başka bir odaya almışlardı… Bir süre sonra bizim babacan polis, mesaj kayıt işleminin bitip bitmediğini sormak için yanımıza gelip bu seferde telefonuma sürekli mesaj geldiğini görünce “Kızım bu mesajlar kimden geliyor” diye sordu… Ondan olduğunu duyunca da hışımla odasına geri dönüp “Oğlum sen ne yapıyorsun? Kız yan oda da senden şikâyetçi olduğuna dair dilekçe yazarken, sen ne diye hala ona mesaj atıyorsun” dedi… Bunun üzerine, çok değil birkaç hafta önce sözde yıllardır bana âşık olduğunu söyleyip evlenme teklifi eden adam “Sen o orospunun bana neler yaptığını biliyor musun? Ben onu kaç tane adamın yatağından çıkardım senin haberin yok…” deyiverdi… O an yer yarılsaydı da içine girseydim… Velev ki öyle bir insan olsam dahi, adam dediğin seviyorum dediği kadını böyle bir konuma düşürür müydü? Benim ruhum kaynar suda çırpına dursun, bugün hala kulaklarımda çınlayan, farkındalığımı yükselten, özgüvenimi yerine getiren o cümle çıktı bizim babacan polisten… “Tamam, işte oğlum o orospu artık seni istemiyor! Sende git onsuz huzurlu bir hayat yaşa”…
Şimdi diyeceksiniz ki, “kızım sen deli misin? Böyle bir hakaret duymak insanı nasıl rahatlatabilir?” Rahatlatır efendim çünkü o hakaret değil yaşam tarzınıza saygıdır…
Varsayın ki amirin dediği gibiyiz… Etrafımıza zarar vermiyorsak, kimseye saygısızlık etmiyorsak böyle bir hayat yaşamayı tercih ettiğimiz için kimse bizi yargılayamaz… Belki yadırgar ama yadırgasa dahi şiddete maruz bırakamaz… Yaşam tarzımızı beğenmeyenin, hakkı çekip gitmektir…
Bu hafta ki yazımızda aynı meslekten iki kişinin, benzer olaylara verdiği farklı tepkileri yazdık… O yüzden tekrar ediyoruz… O kırmızı donu, taytın üstüne giymeye cesaretin yoksa öyle makamın ile övünmeyecek, yüreğine ve beynine birkaç beden büyük laflar da etmeyeceksin…